sayı 4

Feodal Zengin ve Gerçek Burjuvazi

Türkiyede Anayasal gelişmeler

Demokrasinin imkansızlığının İmkansızlığı

Kurtuluş Özel Eğitimde

Bir Mucizeyi Beklerken

İlaçta Patent Tartışması

İlaçta Patent Tartışması(2)

Demokratik İşbölümü

En Ateşli Liberal

Sistem Düşüncesi

Çocukların Zararlarından kurtulma yolları

Barter

Devlet ve İnsan

Türban ve İnsan hakları

Piyasa Reformları Avrupa Futbolunu Geliştiriyor

Özel Sektör, Yapı Kredi ve Faşizim

Kayıp Kadınlar Üstüne

Bilmece


ANASAYFA

e@mail

 

EN ATEŞLİ LİBERAL

SUNUŞ

Liberalizm ve piyasa ekonomisinin mahiyeti konusunda hayli yoğun bir cehalet ülkemizde hakim. Son zamanlarda Uzakdoğu’da yaşanan olaylarla ilgili olarak çeşitli kesimlerde yapılan yorumlar, bu cehaletin ne kadar yaygın olduğunu bir kere daha gösterdi. Buna rağmen zaman zaman bu cehalet çemberini yaran gelişmeler de olmuyor değil. Fransız yazar Guy Sorman ile Radikal gazetesinden Hakan Gülseven’in yaptığı mülakat bunun bir örneği. Bu sebeple sözkonusu küçük mülakatı okuyucularımıza sunuyoruz.

SERBEST ÇİZGİ

İstanbulUluslararası ekonomik kriz, Doğu Bloku’nun çökmesiyle birlikte doğan tüm yanılsamaları altüst etti. Artık her şey masaya yatırılıyor. Birkaç yıl öncesine kadar uluslararası iktisat çevrelerinde neredeyse tartışmasız kabul gören neoliberal tezler şimdi kıyasıya eleştiriliyor. Guy Sorman ise, 1994’te Fransa’da danışmanlık yaptığı Başbakan Alain Juppe’nin sağ iktidarı çökmeden ve neoliberal bahar henüz bu denli açık bir biçimde son bulmadan önce yazdığı ‘Kapital Devamı ve Amaçları’ adlı kitabın ‘iddialı’ diliyle olmasa da, neoliberal ekonomik politikaları kendi tarzıyla hâlâ savunuyor. Ona göre sorun liberal ekonomik politikalarda değil, ‘ globalleşme’de. Sorman, Afa yayınları tarafından Türkçe’de de yayımlanan kitabında, Doğu Bloku’nun çöküşünü alaycı bir üslupla ele almış, ‘Herkes liberalizm diyebiliyor; kapitalizm ise bir küfür gibi kullanılıyor. Ben açıkça kapitalizmi savunuyorum’ diye meydan okumuştu. Sorman ile bir seminer için geldiği İstanbul’da, kapitalizmin mevcut krizi ve geleceği üzerine konuştuk. Sorman sorularımızı, neoliberalizmin babası sayılan F.A. Hayek’ten esinlendiği değişik bir polemik üslubuyla yanıtladı.

Kapitalizmi savunan çok iddialı kitaplar yazdınız. Ancak son dönemde dünya kapitalizmi art arda ve şiddetli krizler üretiyor. Görüşlerinizde bir değişiklik var mı?

Kapitalizmin zor durumda olduğunu düşünmüyorum. Çünkü, tüm bir kapitalizm tarihi krizlerin ve krizlerden çıkabilme kapasitesinin tarihidir. Kapitalizm ideolojik bir yapılanma olmadığı için, katı ideolojik sınırları bulunmadığı için, değişme, özeleştiri verme, esneyebilme ve uyarlanabilme kapasitesine de sahip. Kısaca söylemek gerekirse, krizde olan kapitalizm değil, globalleşmedir. Bu ikisi birbirinden tamamen farklı iki olgu. Özellikle 1989’la birlikte, tüm dünyanın kapitalistleşeceği, demokratik ve liberal bir yapıya kavuşacağı yönünde bir ideolojik yaklaşım gelişti. Ancak bu yaklaşım, yani globalleşme herkes için aynı şekilde işlemedi. Çünkü kapitalizm, demokrasi ve kültür arasında iç içe geçmiş bir ilişki vardır. Bunlarda eksikliğin olması ister istemez krizi getirir.

Kapitalizmin krizleri aşabilme kapasitesinden bahsettiniz. İkinci savaş öncesi dönemdeki ‘Büyük Buhran’, bir savaş yıkımına yol açmış ve esas olarak savaş yıkıntılarının inşası faaliyeti bir ekonomik genişleme getirmişti. Tarih tekerrür edebilir mi?

Ama ekonomik genişlemede savaş sonrası gündeme gelen keşiflerin payını da unutmamak gerekir. Birçok keşif oldu. Bunlar pazara canlılık getirdi. Yani ekonomik genişlemenin sadece yıkıntıların yeniden inşasına bağlanması doğru olamaz; hatta esas belirleyen de bu değildir. Esas belirleyen keşiflerdir. Dikkat edilirse, son kriz de keşiflerin olmadığı Güneydoğu Asya ülkelerinde ve Japonya’da patlak verdi. Keşif bir raslantı değil, uygarlığın bir parçasıdır. Keşif için yaratıcı bireyler gerekir. Afrika ya da Ortadoğu’daki gibi baskıcı toplumlarda yaratıcı bireylere yer yok. Bu, tamamen kültürle ilgili bir şey. ABD’nin en hızlı gelişen bir sömürge olması da bir tesadüf değil. Orası, bireyin ve yaratıcılığın esas olduğu bir ülke çünkü. ABD’de yaratıcılığın, birey inisiyatifinin önü açılıyor.

Ama bildiğiniz gibi ABD ekonomisi de zor günler yaşamaya başladı. Sanayi üretim artış hızı geçen yıla göre azalma kaydetti. ABD’nin bir resesiyona doğru ilerlediği söyleniyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu doğru değil. Sanayi üretiminin azaldığını sanmıyorum. Öte yandan, sanayi üretimini belirleyici gösterge olarak almanın da doğru olmadığını düşünüyorum. Bence modern ekonomide en hızlı gelişen sektör hizmet sektörüdür, sanayi değil. ABD’nin en önemli kazancı, hizmet ihracından kaynaklanmaktadır. Resesyon da olabilir. Ne yapalım? Tanım itibariyle ekonomi bir devirsel sistemdir. Önce keşif olur ve bu keşif üretimi arttırır; daha sonra pazar doyar ve bu da üretimin azalmasına yol açar… Bugün ABD’deki birçok ekonomist, ABD ekonomisi üzerine felaket tellallığı yapıyor olabilir; çünkü akademisyenlerin çoğu serbest piyasa ekonomisini sevmez. Onların tavrı ideolojik. ABD ekonomisi üzerine öngörülerde bulunup duruyorlar. Ama yarın ne olacağını öngörmek bilimsel bir tavır değildir.

Konuyu biraz değiştirip, eski Sovyet cumhuriyetlerinin, özellikle de Rusya’nın kapitalizmle yaşadığı pratiğe gelmek istiyorum. Rusya kapitalistleştikçe yoksulluk, suç oranı, fuhuş artıyor. Sizce ortada bir sorun yok mu?

Rusya’da kapitalizm yok ki. Komünist sistem hukuka saygıyı, ahlakı, seçkin kesimleri yok etmiş, milyonlarca insanı esir kamplarına, Sibirya’da sürgüne göndermiş, milyonlarcasını öldürmüş. Böyle bir ülkenin farklı olması nasıl beklenir?.. Rusya’daki devlet yöneticilerine bakıyorsunuz, hepsi de eski sistemin yöneticileri; biri eski KGB şefi, biri eski Komünist Parti şefi… Hukuk yok. Aslında ortada bir devlet olduğu bile söylenemez. Böyle bir durumda serbest piyasa da olmaz.

Geçtiğimiz günlerde İngiliz hükümetince tutuklanan ve birçok kişiyi öldüren eski diktatör Pinochet’nin dönemini, başarılı bir kapitalizm deneyimi olarak tanımlayan bir kitap yazdığınızı hatırlatmak isterim…

Evet, ama Pinochet’nin öldürdükleri Castro kadar fazla değil.

Sorum bu değil.

Şimdi, ben Pinochet döneminde, her yıl eylül ayında Şili’ye gider, orada o dönem konuşabileceğim tek yer olan Katolik Kilisesi’ne bağlı bir okulda konferans verirdim. Bir gelenek oldu, hâlâ gidiyorum. Diktatörlük döneminde Şili’ye gidip Pinochet’nin istifa etmesi gerektiğini söyleyebilen tek Fransız entelektüel benim. Çünkü bir diktatörlük liberalizmle uyuşmaz. Yalnız şunu belirtmek gerekir ki, o dönemde kapitalizmin gelişmesi Şili’nin kültürel yapısı ile ilişkilidir. Çünkü, Şili geleneksel olarak serbest piyasa merkezli bir yapıya sahiptir. Pinochet hiçbir şey keşfetmiş değil. Şili’nin ekonomik ve sosyal bir başarı kazandığını ise hiç kimse inkâr edemez. Bu, Pinochet sayesinde değil, Şili’nin güçlü geleneği sayesinde oldu. Pinochet bir çeşit kazaydı. Şunu da yadsımamalıyız; Pinochet iktidara el koyduğunda sadece Şili’de değil, tüm Latin Amerika’da bir iç savaş, ideolojik bir gerilla savaşı yaşanıyordu. İnsanlar zaten ölüyordu. Her şeyi kendi mantığı içinde görmek gerekiyor. Bugün Ruslara sorduğunuzda, “Bizim bir Pinochet’ye ihtiyacımız var” diyorlar.