DEMOKRATİK
İŞBÖLÜMÜ
Tuncay Demir
Adam Smith, klasikleşmiş eseri
“Ulusların Zenginliği”nin ilk bölümünde, uzun uzadıya işbölümünden bahseder
ve toplu iğne imalatı işini örnek gösterir. Toplu iğne fabrikasında iğnenin
düzeltilmesi işinden paketlenmesi aşamasına değin, kendi işinde uzmanlaşmış
bir çok kişinin çalıştığını anlatır.
Türkiye’nin politik hayatına
baktığımızda ise, toplu iğne işinde görülen seviyede işbölümü ve
uzmanlaşmayı bir yana bırakın, anlamadığı işlere karışan kişi ve grupları
görüyoruz. Bu durumun en aşikâr örneği de, bazı üniformalı bürokratların
politik söylem ve davranışlarla, adeta birer parti lideri, hatta bazen bir başbakan
gibi bir role bürünmeleridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve demokratik
sıfatlarını taşıdığını öne süren bazı aydınlarımız, düşünürlerimiz ve
maalesef politikacılarımız da bu durumu sineye çekerek ve hatta bazen destekleyerek,
ülkenin “militarist” bir yönetim tarzına bürünmesine çanak tutuyorlar.
Oysa ki, demokratik işbölümü ve
uzmanlaşmanın olması gereken bir ülkede, askeri bürokrasinin yeri
kışlasıdır ve yegane uzmanlık alanı ülke savunmasıdır. Ordunun
politikaya müdahalesi ve hatta bir başbakan idam edecek derecede ülke yönetiminde
etkin olması militarizmin en açık göstergesidir. Darbeler kadar bu ülkeye zarar veren
başka bir şey yok gibidir.
Demokrasilerde halk halklığını,
politikacı politikacılığını, bürokrat bürokratlığını ve asker de askerliğini
bilmelidir. Aksi takdirde varolan rejimin adı ne cumhuriyet, ne demokrasi, ne anarşi,
ne de başka bir şey olabilir.
Unutulmamalıdır ki, demokrasi
tamamen bir tercih meselesidir. Dünyada çeşitli totaliter ve otoriter rejimlerle
şöyle veya böyle yönetilen ülkeler vardır. Ama cumhuriyetin temel gayesi “muasır
medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak”sa eğer, herkes demokrasi içindeki
yerini bilmeli ve demokrasinin temel şartlarına uyulmalıdır.
SURİYELEŞMEK
Geçenlerde, nakliyat işiyle
uğraşan bir dostumuzla sohbet ediyorduk. Bu dostumuz Libya’da da bulunmuştu. Orada
Suriyeli tercümanlarla arasında geçen konuşmalardan bahsetti. Suriyeli tercümanlar
kendisine Suriye’nin, oradaki en küçük aşiret olan, Hafız Esad’ın aşireti
tarafından yönetildiğini, tüm devlet ve bürokrasi kademelerinde Hafız Esad’ın
yakınlarının bulunduğunu anlatmışlardı.Ve bu dostumuz, daha sonra Suriye ile
Türkiye arasında ilginç bir analoji kurdu; Türkiye’nin de benzer bir yola –
amaçlı bir biçimde – götürüldüğünü düşünüyordu. Ona göre,
göreceli olarak azınlıkta bulunan ve seçimlerde daha az oy alan “sol düşünce”
(kendisi böyle adlandırıyor) devlet kademelerini ele geçirmişti. Bu kesim, kamusal
alanda büyük bir etkinliğe sahipti ve her dedikleri oluyordu.
Gerçekten de ülkedeki genel hava,
maalesef bu tarz bir düşünceyi doğruluyor görünmekte. Militarist güçlerle ve
“halka rağmen halkçılık” peşindeki aydınlarla işbirliği içindeki bu
“azınlık” düşünce, eğitimden hukuka, politikadan günlük hayata değin kamusal
alanda gölgesini hissettiriyor. Cumhuriyetin 75. Yılında, hâlâ “on yılda on beş
milyon genç yaratmak” hayalindeki bu düşünce (adı her neyse), tek tip insanı
var edene değin toplum mühendisliğine devam etmeye kararlı gibi.
Tüm totaliter ve otoriter rejimlerin
erime sürecinde olduğu bir yüzyılda, bu düşünce kendine has ve çarpıtılmış bir
demokrasi kavramı içinde, “muasır medeniyet seviyesi”ne ulaşılabileceğine
inanıyor ve sokaktaki insanın gözlemlediği “Suriye”leşme sürecini görmezlikten
gelmeye inatla devam ediyor.
Bir mozaik olan Türkiye’nin,
çoğulcu ve özgürlükten yana bir düşünce tarzına ihtiyaç duyduğu
aşikârdır. Varolan baskın ve azınlık güç, bireyi süzgeçleme çabasından
vazgeçmelidir. Aksi halde, girilen “Kölelik Yolu”ndan kurtuluş gittikçe
zorlaşacaktır. |