sayı 4

Feodal Zengin ve Gerçek Burjuvazi

Türkiyede Anayasal gelişmeler

Demokrasinin imkansızlığının İmkansızlığı

Kurtuluş Özel Eğitimde

Bir Mucizeyi Beklerken

İlaçta Patent Tartışması

İlaçta Patent Tartışması(2)

Demokratik İşbölümü

En Ateşli Liberal

Sistem Düşüncesi

Çocukların Zararlarından kurtulma yolları

Barter

Devlet ve İnsan

Türban ve İnsan hakları

Piyasa Reformları Avrupa Futbolunu Geliştiriyor

Özel Sektör, Yapı Kredi ve Faşizim

Kayıp Kadınlar Üstüne

Bilmece


ANASAYFA

e@mail

 

DEMOKRATİK İŞBÖLÜMÜ

Tuncay Demir

Adam Smith, klasikleşmiş eseri “Ulusların Zenginliği”nin ilk bölümünde, uzun uzadıya işbölümünden bahseder ve toplu iğne imalatı işini örnek gösterir. Toplu iğne fabrikasında iğnenin düzeltilmesi işinden paketlenmesi aşamasına değin, kendi işinde uzmanlaşmış bir çok kişinin çalıştığını anlatır.

Türkiye’nin politik hayatına baktığımızda ise, toplu iğne işinde görülen seviyede işbölümü ve uzmanlaşmayı bir yana bırakın, anlamadığı işlere karışan kişi ve grupları görüyoruz. Bu durumun en aşikâr örneği de, bazı üniformalı bürokratların politik söylem ve davranışlarla, adeta birer parti lideri, hatta bazen bir başbakan gibi bir role bürünmeleridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve demokratik sıfatlarını taşıdığını öne süren bazı aydınlarımız, düşünürlerimiz ve maalesef politikacılarımız da bu durumu sineye çekerek ve hatta bazen destekleyerek, ülkenin “militarist” bir yönetim tarzına bürünmesine çanak tutuyorlar.

Oysa ki, demokratik işbölümü ve uzmanlaşmanın olması gereken bir ülkede, askeri bürokrasinin yeri kışlasıdır ve yegane uzmanlık alanı ülke savunmasıdır. Ordunun politikaya müdahalesi ve hatta bir başbakan idam edecek derecede ülke yönetiminde etkin olması militarizmin en açık göstergesidir. Darbeler kadar bu ülkeye zarar veren başka bir şey yok gibidir.

Demokrasilerde halk halklığını, politikacı politikacılığını, bürokrat bürokratlığını ve asker de askerliğini bilmelidir. Aksi takdirde varolan rejimin adı ne cumhuriyet, ne demokrasi, ne anarşi, ne de başka bir şey olabilir.

Unutulmamalıdır ki, demokrasi tamamen bir tercih meselesidir. Dünyada çeşitli totaliter ve otoriter rejimlerle şöyle veya böyle yönetilen ülkeler vardır. Ama cumhuriyetin temel gayesi “muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak”sa eğer, herkes demokrasi içindeki yerini bilmeli ve demokrasinin temel şartlarına uyulmalıdır.

SURİYELEŞMEK

Geçenlerde, nakliyat işiyle uğraşan bir dostumuzla sohbet ediyorduk. Bu dostumuz Libya’da da bulunmuştu. Orada Suriyeli tercümanlarla arasında geçen konuşmalardan bahsetti. Suriyeli tercümanlar kendisine Suriye’nin, oradaki en küçük aşiret olan, Hafız Esad’ın aşireti tarafından yönetildiğini, tüm devlet ve bürokrasi kademelerinde Hafız Esad’ın yakınlarının bulunduğunu anlatmışlardı.Ve bu dostumuz, daha sonra Suriye ile Türkiye arasında ilginç bir analoji kurdu; Türkiye’nin de benzer bir yola – amaçlı bir biçimde – götürüldüğünü düşünüyordu. Ona göre, göreceli olarak azınlıkta bulunan ve seçimlerde daha az oy alan “sol düşünce” (kendisi böyle adlandırıyor) devlet kademelerini ele geçirmişti. Bu kesim, kamusal alanda büyük bir etkinliğe sahipti ve her dedikleri oluyordu.

Gerçekten de ülkedeki genel hava, maalesef bu tarz bir düşünceyi doğruluyor görünmekte. Militarist güçlerle ve “halka rağmen halkçılık” peşindeki aydınlarla işbirliği içindeki bu “azınlık” düşünce, eğitimden hukuka, politikadan günlük hayata değin kamusal alanda gölgesini hissettiriyor. Cumhuriyetin 75. Yılında, hâlâ “on yılda on beş milyon genç yaratmak” hayalindeki bu düşünce (adı her neyse), tek tip insanı var edene değin toplum mühendisliğine devam etmeye kararlı gibi.

Tüm totaliter ve otoriter rejimlerin erime sürecinde olduğu bir yüzyılda, bu düşünce kendine has ve çarpıtılmış bir demokrasi kavramı içinde, “muasır medeniyet seviyesi”ne ulaşılabileceğine inanıyor ve sokaktaki insanın gözlemlediği “Suriye”leşme sürecini görmezlikten gelmeye inatla devam ediyor.

Bir mozaik olan Türkiye’nin, çoğulcu ve özgürlükten yana bir düşünce tarzına ihtiyaç duyduğu aşikârdır. Varolan baskın ve azınlık güç, bireyi süzgeçleme çabasından vazgeçmelidir. Aksi halde, girilen “Kölelik Yolu”ndan kurtuluş gittikçe zorlaşacaktır.