TÜRBAN VE İNSAN
HAKLARI
Seval YAMAN
11 Ekim 1998, aylardır beni
rahatsız eden türban yasaklarını ve bununla ilgili uygulamaları protesto etmek için
eyleme gidiyorum. Ailemin muhalefetine rağmen insan haklarının Türkiye’de
yerleşmesi için, bir vatandaş olarak üstüme düşen görevi yapmaktan vicdanım
rahat. 21 yaşımın verdiği ateşle ve idealizm duygusuyla, türban takmamama rağmen,
türbanlılardan çok daha kararlı bir biçimde eylem çemberine katılıyorum.
İlk heyecanımı attıktan sonra bir
süre etrafımı gözlüyorum, insanların davranışlarını ve motivasyonlarını tespit
etmeye çalışıyorum. Sonra aklımdan binbir türlü düşünce geçmeye başlıyor.
Soru işaretleri beynimde dönüp dururken ben henüz veremediğim cevaplardan korkmaya
başlıyorum.
Türban sorununu hep tek yönlü görmek
istedim. Bu tam anlamıyla bir insan hakları ihlâliydi, hukukun ayıbıydı, siyasetin
kara yüzüydü, bölücülüktü, devletin insanların kılık kıyafetine karışma
hakkı yoktu; kimse ona böyle bir hakkı vermemişti, onun varlığının dayanağı
kendi düzenini korumak değil bilakis ona kendilerini yönetme hakkını veren
vatandaşlarının hakkını korumaktı, ülkemde inanç özgürlüğü ve her türlü
düşünceye sahip insanların kendilerini ifade etme hakkı vardı. Liberal demokrasi
birincil şarttı ve insan gibi yaşayabileceğim bu sistem için bir vatandaş olarak bu
eyleme katılmam da benim için bir görevdi. Türban siyasi bir simge değildi ve ona
siyasi simge anlamı vererek yasaklamalar getirmek hem hukuka, hem dine hem de insanlara
hakaretti. Herşey çok basitti aslında ve problemi çözmek de bir o kadar kolay.
Eylemi kafamda onlarca soruyla terkettim.
Bazı şeyler konusunda kuşkuya düşmüştüm. Bu eylemin birincil amacıyla ilgili
değildi tabii. Eylem sonunda türban yasağı benim için hala bir insan hakları
ihlaliydi, hukukun ayıbıydı, siyasetin karayüzüydü, devletin işi değildi
insanların nasıl giyineceklerine karar vermek. Ama bazı insanların eyleme bunları
aşan düşüncelerle katıldıkları hissine kapılmıştım.
Değişik insanlarla karşılaştım
eylemde. Kimileriyle hemen kaynaştım ve aynı amaç için birarada bulunmaktan mutluluk
duydum. Kimilerini ise uzaktan seyretmeyi tercih ettim. Benden uzaktaydılar;
düşünceleri benimkilerden çok farklıydı. Bunda benim için tabii ki bir sakınca
yok, bilakis çeşitlilik demokrasinin gereğidir. Sadece eylemin yön değiştirmesiydi
beni düşündüren. Yani sorun eylemin birincil amacının bazı insanlar tarafından
gözardı edilmesiydi. Bazı kimseler eylemi bir dinî propagandaya dönüştürme
çabasındaydılar. Bu aşamada benim o eylemde bulunmam da anlamını yitirmeye
başlamıştı. Bu insanlar çok daha hararetle katılıyorlardı eyleme, daha
ateşliydiler. Onları gördükçe, bir yandan gördüklerimle aklımda olanları ortak
bir paydada buluşturmaya çalışıyor, bir yandan da yanımdaki türbanlı kızın elini
sıkı sıkı tutuyordum. Benim için bu ortak noktayı bulmak için çok derinlemesine
düşünmem gerekmedi. İnsanın doğuştan sahip olduğu doğal haklar olan; hayat,
hürriyet, mülkiyet haklarını hatırlamam yetti. Ama sorun bunu benim hatırlamam
değil uzaktan seyrettiğim fakat yine de destek vermekten kaçınmadığım insanların
hatırlamasıydı.
Anlayamadığım; tamamen bir insan
hakları ihlali olan bu sorunun, yine bu sorunun bazı mağdurları tarafından sadece
dini yönünün vurgulanması, insan haklarının sadece türbandan ibaretmiş gibi
sınırlandırılması ve yine aynı kesimin insanlardan türban yasağı için hassasiyet
beklerken, diğer insan hakları ihlallerine kayıtsız kalarak susmaları. Umuyorum ki,
bu acı olaylar herkes için eğitici olur ve insan haklarının bütün insanlığa ait
olduğunu her toplum kesimi iyice kavrar. |