KAYIP KADINLAR
ÜSTÜNE...
Şerif YILDIZ
Sana, yorgun akşamlardan ve
kederli şehirlerden geçerken rastladım. Öyle yorgun ve üzgündün ki mülteci ruhun
sığınacak bir kent arıyordu. Sessiz sedasız kimse duymadan arşınlıyordun
kaldırımları. Anlatacak bir hikâyende yoktu üstelik. Hepsi alınmıştı senden, tüm
yaşantın, tüm yaşanmışların. Biriktirdiğin veya elinde kalan senin bile
hatırlayamadığın şeylerdi. Bir akşam ansızın düşlerine giren ve bir daha
hatırlanmayan türden şeyler. Sıkı sıkı sarılıyordun gecenin kara soğuğuna. Bir
düş daha görmek için neler vermezdin? Ama hiçbir şeyi olmayan ne verebilir ki?
Yağmalanmıştı aristokrat gururun. Öyle yıkılmamıştı ha... yağmalanmıştı.
Binada zarar yoktu ancak içinde değerli ne varsa alınmıştı. Mülteci ruhunu
barındıran beden senin değildi artık. Ve sen bu fakirliğe dayanacak türden bir
kadın değilsin. Yoksulluğa alışık değilsin ki. El uzatıp almaya da öyle..
Seni yorgun akşamlardan ve sonbaharı
yaşayan kentlerden kaçarken gördüm. Ellerin o küçük ellerin üşüyordu.Uzun bir
süreden beri ısınmadığı nasıl da belliydi. İnsanın çıplaklığı kadar
korkunçtun sen. Gerçeğe yalnızca gerçeğe tanıklık ediyordun. Ve senin tanıklık
ettiğin şey kadar korkutan bir şey daha yoktur insanı. Senin karşında herkes
çıplaktı ve utanıyordu. İtiraf edemedikleri şeyleri sen bas bas bağırıyordun
suskunluğunla. Her şeyini yitirmiştin çünkü ve hiçbir şey de beklemiyordun artık.
Ama üşüyordun; havadan olmadığı belliydi. Yalnızlıktandı belki... Yalnızlık
korkunç kelime insanın yalnızca kendiyle kalması ve ellerinden başlayarak kendini
yavaş yavaş tanıması... Önce neleri farkeder acaba? Belki ilk defa varlığını
kimseye bağlı olmadan ve bağımlı olmadan yalnızca “yalnız” varlığını...
Akıp giden bu yolda amacını farkeder belki... Başını geriye çevirip baktığında
kendine ait hiçbir şey görmemek nasılda ürkütür insanı. Başkalarına adanmış
bir hayat ya da daha doğrusu başkalarına kurban edilmiş bir ömür diyelim. Tıpkı
senin söylediğin gibi ‘ilk defa amacını bulmak ve varlığının farkında olmak ne
korkunçtur.’ Tüm alışkanlıklarını bırakıp kendine gelmek. İnsanın elini
kolunu bir sabah uyandığında kaybetmesi kadar korkunç. Buna senden başka kim
dayanabilirdi? Yalnızca sen, yitik kentlerin kaybolmuş kadını...
Bir mülteciydin sen ve sığınacak
kentler arıyordun. Ya da işgalciydin eski Mağripli fatihler gibi kimbilir... Ama
bilmelisin ki bu kent de sana göre değil. Her tarafı yıkık dökük...Ve kent
döküntülerden toplanan malzemeyle inşa edilmişti. Duvarlarına baktığında hiçbir
taşın o duvara ait olmadığını biliyordun. Çünkü hiçbirinin o duvarda bir anlamı
yoktu ve amacı da... Öylesine yerleştirilmiş sadece dursun diye... Taşlar kadar
amaçsız ve ruhsuz insanlar yaşlanıyor bu kentte. Sadece bir kurguydu ve özgür
insanlar için bir korkuydu bu kent. Ve senin varlığına dayanamayıp yıkılacak kadar
yalandı.
Ve sen öksüz bir çocuk gibi kaçıp gidiyorsun bu
kentten. Nereye gideceğini bilmeden ama nereye gittiğini bilerek. Sen güzel bir
kadınsın ellerin hiç ısınmamış. Ve korkunç bir gerçektin hiçbir yerde itiraf
edilmemiş... |