TÜRKİYE’DE
ANAYASAL GELİŞMELER
Hasan TUNÇ
Ülkemizde Anayasacılık
hareketleri, 19 Yüzyılın sonlarına doğru başlamıştır. Bu hareketleri,
Batı’daki Anayasacılık hareketlerinin bir doğal uzantısı saymak doğru olmakla
birlikte, bizdeki hareketler, Batı’dakilerden farklı özellikler de göstermektedir.
Batı’daki Anayasacılık hareketleri, o
toplumların temel yapılarındaki köklü bir değişikliğin sonucu olarak
göründüğü halde, Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. Yüzyılın ikinci yarısında
beliren Anayasacılık hareketleri, böyle bir nitelik taşımamaktadır.
Başlangıçta ıslahat fermanları ve
ondan sonra gelen hareketler, daha çok bürokrasiden gelen bir avuç insanın, çökmekte
olan devleti kurtarabilmek için düşünebildikleri ve genellikle batıdan aktardıkları
çare arayışlarından ibarettir. Bu nedenle de, yenileşme hareketleri ve giderek
demokratikleşme hareketleri çoğu zaman halkın dışında ve hatta halka rağmen
yürütülen çok yüzeysel birer çaba olmaktan öteye geçememiştir.
Türkiye’de modern anlamda ilk
anayasa, 1876 Kanun-i Esasi’dir. Bu anayasa, özel bir kurul eliyle yapılmış olup,
halkın bir rolü olmamıştır. Bu anayasa ile, ilk kez parlamentolu bir düzene
geçilmiştir. Böyle olmakla birlikte, “Parlamenter” bir düzen getirilememiştir.
Zira, Padişahın durumu, gelişmiş ülkelerdeki sistemlerde görülen sembolik devlet
başkanının durumundan çok farklıdır.
1876 Kanun-i Esasi’si, 1876 tarihli III.
Fransız Cumhuriyeti Anayasası’ndan etkilenerek hazırlanmıştır. 1839 yılında
Tanzimat Fermanı ile başlayan yenileşme ve giderek batılılaşma hareketlerinde örnek
aldığımız ülkelerin başında Fransa gelmektedir. Özellikle Kamu Hukuku
alanında hep bu ülkeyi örnek almamız, Anayasamızın bu ülkeden mülhem
olmasının doğal bir sonucu olsa gerektir.
1876 Kanun-i Esasi’si ile
mutlakiyetten meşrutiyete geçiş yalnızca bir ad değişikliği şeklinde olmuştur.
Anayasal sistemde değişiklikler 1908 yılında, İkinci Meşrutiyet’in ilanından
sonra gerçekleştirilen anayasa değişiklikleriyle mümkün olabilmiştir.
TBMM’nin 23 Nisan 1920’de
toplanmasıyla, devlette egemenliğin kaynağı ve kullanışı bakımından önemli bir
değişiklik olmuştur. 20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasi’ye Kanunu ile, hükümdarlı ve
parlamentolu bir meşruti sistem yerine, doğrudan doğruya “meclis üstünlüğü” ne
dayanan bir sistem kurulmuştur. Bu anayasa, kurucu meclis niteliğindeki TBMM
tarafından, İstiklal Savaşı içindeki o zor şartlarda yapılmış, ancak halk oyuna
sunulmamıştır. Bu Anayasanın gerek yapılışı ve gerekse uygulanışı üzerinde
Atatürk’ün büyük etkisi olmuştur. Bu Anayasa’dan sonra, Cumhuriyet’in ilanı ve
Meclis Hükümeti sistemi ile Parlamenter sistemin bir araya getirme çabasında olan 1924
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yapılmıştır. Bu Anayasa, hem tek partili dönemde ve hem
de çok partili dönemde, birçok değişikliklere uğrayarak uygulanmıştır. Bu
Anayasa, normal yasama organınca yapılmış ancak halkoyuna sunulmamıştır. Bu Anayasa
yapılırken III. Fransız Cumhuriyeti Anayasası’ndan ve özellikle Polonya
Anayasası’ndan etkilenme söz konusu olmuştur. Poloya Anayasası’nın benimsediği
“Parlamenter hükümet” sistemlerinin etkileri bu Anayasa’ya yansımıştır.
27 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra,
Kurucu Meclis tarafından hazırlanarak, halkoyuna sunulduktan sonra yürürlüğe giren
1961 Anayasası, siyasal iktidarı sınırlayabilmek için, yurttaş hak ve
özgürlüklerin ayrıntılı olarak sıralamakla kalmamış, “güçler ayrılığı”
ilkesini de benimseyerek iktidarı bölmek istemiştir. 1961 Anayasası, özellikle II.
Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Anayasalardaki eğilime uyarak, toplum hayatında
iktisadi ve sosyal yönden zayıf ve güçsüz olanların korunması için, “İktisadi
ve Sosyal Haklar”ı kapsayan bir bölüme de yer vermiştir.
1961 Anayasası tek bir ülke
anayasasından etkilenerek yapılmamış, bilakis yapıldığı dönemde yürürlükte
olan bir çok Kara Avrupa’sı ülkeleri anayasalarından etkilenerek yapılmıştır.
1961 Anayasası, 1971 ve 1973’te
değişiklere uğramış ve siyasi tarihimizde en çok tartışılan anayasa olma
özelliğini korumuştur. Nihayet, 12 Eylül 1980 İhtilali ile yönetimi ele geçiren
Milli Güvenlik Konseyi, Danışma Meclisi ile birlikte yeni bir Anayasa yapmış ve bu
Anayasa, 7 Kasım 1982 tarihinde halkoyuna sunularak yürürlüğe girmiştir.
Türkiye’de 1982 Anayasası
hazırlanırken, Fransız modelinin Türkiye bakımından uygulanabilirliğinin
tartışıldığı ve bu anayasa da 1958 tarihli V. Fransız Cumhuriyeti Anayasası’nın
bazı özelliklerinin sezildiği bilinmektedir. 1958 tarihli Fransız Anayasası,
“Başkanlık Sistemi”yle “Parlamenter Rejim”arasında, “karma” bir sistem
kabul eden anayasaların tipik bir örneğidir.
Türkiye’de özellikle 1960-1961 ve
1980-1983 yıllarında iktidarda bulunan askeri yönetimler, demokrasiye geçiş sürecini
kendi girişimleriyle başlatmıştır ve sonuca ulaştırmıştır. Her iki durumda da
silahlı kuvvetler, sadece iktidardaki askeri yöneticilerle değil, aynı zamanda kurum
olarak ordu tarafından desteklenerek, “reform” yoluyla malum anayasaları
yapmışlardır.
Türk Anayasalarında egemen karakter,
bunların “reform” yoluyla yapılmış olmalarıdır.
Anayasanın yapımı, demokrasiye geçiş
sürecinde en kritik noktalardan biridir. Anayasa yapımı süreci hukuksal yönü
yanında, siyasal önemi de çok büyük olan bir süreçtir. Bu süreç sırasında
yapılan temel anayasal tercihler ve bu tercihlerin yapılış biçimleri, yeni doğan
veya yeniden kurulan demokrasinin yaşayabilirliğini de büyük ölçüde etkilemektedir.
Günümüzde, genellikle “sözleşme”(pakt)
yolu, demokrasiye geçişi sağlamanın ve dolayısıyla bünyeye uyan Anayasa
yapımının ideal yolu olarak gösterilmektedir.
Yüzyılı biraz aşan demokrasiye geçiş
serüvenimizde beş tane Anayasa yapmamız ve nihayet bu anayasaları birçok kez
değiştirmemiz bize gösteriyor ki, bu anayasaların yapım sürecinde toplumsal
yapımız ve tarihi tecrübemiz yeterince dikkate alınmamaktadır. |