sayı 4

Feodal Zengin ve Gerçek Burjuvazi

Türkiyede Anayasal gelişmeler

Demokrasinin imkansızlığının İmkansızlığı

Kurtuluş Özel Eğitimde

Bir Mucizeyi Beklerken

İlaçta Patent Tartışması

İlaçta Patent Tartışması(2)

Demokratik İşbölümü

En Ateşli Liberal

Sistem Düşüncesi

Çocukların Zararlarından kurtulma yolları

Barter

Devlet ve İnsan

Türban ve İnsan hakları

Piyasa Reformları Avrupa Futbolunu Geliştiriyor

Özel Sektör, Yapı Kredi ve Faşizim

Kayıp Kadınlar Üstüne

Bilmece


ANASAYFA

e@mail

 

TÜRKİYE’DE ANAYASAL GELİŞMELER

Hasan TUNÇ

Ülkemizde Anayasacılık hareketleri, 19 Yüzyılın sonlarına doğru başlamıştır. Bu hareketleri, Batı’daki Anayasacılık hareketlerinin bir doğal uzantısı saymak doğru olmakla birlikte, bizdeki hareketler, Batı’dakilerden farklı özellikler de göstermektedir.

Batı’daki Anayasacılık hareketleri, o toplumların temel yapılarındaki köklü bir değişikliğin sonucu olarak göründüğü halde, Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. Yüzyılın ikinci yarısında beliren Anayasacılık hareketleri, böyle bir nitelik taşımamaktadır.

Başlangıçta ıslahat fermanları ve ondan sonra gelen hareketler, daha çok bürokrasiden gelen bir avuç insanın, çökmekte olan devleti kurtarabilmek için düşünebildikleri ve genellikle batıdan aktardıkları çare arayışlarından ibarettir. Bu nedenle de, yenileşme hareketleri ve giderek demokratikleşme hareketleri çoğu zaman halkın dışında ve hatta halka rağmen yürütülen çok yüzeysel birer çaba olmaktan öteye geçememiştir.

Türkiye’de modern anlamda ilk anayasa, 1876 Kanun-i Esasi’dir. Bu anayasa, özel bir kurul eliyle yapılmış olup, halkın bir rolü olmamıştır. Bu anayasa ile, ilk kez parlamentolu bir düzene geçilmiştir. Böyle olmakla birlikte, “Parlamenter” bir düzen getirilememiştir. Zira, Padişahın durumu, gelişmiş ülkelerdeki sistemlerde görülen sembolik devlet başkanının durumundan çok farklıdır.

1876 Kanun-i Esasi’si, 1876 tarihli III. Fransız Cumhuriyeti Anayasası’ndan etkilenerek hazırlanmıştır. 1839 yılında Tanzimat Fermanı ile başlayan yenileşme ve giderek batılılaşma hareketlerinde örnek aldığımız ülkelerin başında Fransa gelmektedir. Özellikle Kamu Hukuku alanında hep bu ülkeyi örnek almamız, Anayasamızın bu ülkeden mülhem olmasının doğal bir sonucu olsa gerektir.

1876 Kanun-i Esasi’si ile mutlakiyetten meşrutiyete geçiş yalnızca bir ad değişikliği şeklinde olmuştur. Anayasal sistemde değişiklikler 1908 yılında, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra gerçekleştirilen anayasa değişiklikleriyle mümkün olabilmiştir.

TBMM’nin 23 Nisan 1920’de toplanmasıyla, devlette egemenliğin kaynağı ve kullanışı bakımından önemli bir değişiklik olmuştur. 20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasi’ye Kanunu ile, hükümdarlı ve parlamentolu bir meşruti sistem yerine, doğrudan doğruya “meclis üstünlüğü” ne dayanan bir sistem kurulmuştur. Bu anayasa, kurucu meclis niteliğindeki TBMM tarafından, İstiklal Savaşı içindeki o zor şartlarda yapılmış, ancak halk oyuna sunulmamıştır. Bu Anayasanın gerek yapılışı ve gerekse uygulanışı üzerinde Atatürk’ün büyük etkisi olmuştur. Bu Anayasa’dan sonra, Cumhuriyet’in ilanı ve Meclis Hükümeti sistemi ile Parlamenter sistemin bir araya getirme çabasında olan 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yapılmıştır. Bu Anayasa, hem tek partili dönemde ve hem de çok partili dönemde, birçok değişikliklere uğrayarak uygulanmıştır. Bu Anayasa, normal yasama organınca yapılmış ancak halkoyuna sunulmamıştır. Bu Anayasa yapılırken III. Fransız Cumhuriyeti Anayasası’ndan ve özellikle Polonya Anayasası’ndan etkilenme söz konusu olmuştur. Poloya Anayasası’nın benimsediği “Parlamenter hükümet” sistemlerinin etkileri bu Anayasa’ya yansımıştır.

27 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra, Kurucu Meclis tarafından hazırlanarak, halkoyuna sunulduktan sonra yürürlüğe giren 1961 Anayasası, siyasal iktidarı sınırlayabilmek için, yurttaş hak ve özgürlüklerin ayrıntılı olarak sıralamakla kalmamış, “güçler ayrılığı” ilkesini de benimseyerek iktidarı bölmek istemiştir. 1961 Anayasası, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Anayasalardaki eğilime uyarak, toplum hayatında iktisadi ve sosyal yönden zayıf ve güçsüz olanların korunması için, “İktisadi ve Sosyal Haklar”ı kapsayan bir bölüme de yer vermiştir.

1961 Anayasası tek bir ülke anayasasından etkilenerek yapılmamış, bilakis yapıldığı dönemde yürürlükte olan bir çok Kara Avrupa’sı ülkeleri anayasalarından etkilenerek yapılmıştır.

1961 Anayasası, 1971 ve 1973’te değişiklere uğramış ve siyasi tarihimizde en çok tartışılan anayasa olma özelliğini korumuştur. Nihayet, 12 Eylül 1980 İhtilali ile yönetimi ele geçiren Milli Güvenlik Konseyi, Danışma Meclisi ile birlikte yeni bir Anayasa yapmış ve bu Anayasa, 7 Kasım 1982 tarihinde halkoyuna sunularak yürürlüğe girmiştir.

Türkiye’de 1982 Anayasası hazırlanırken, Fransız modelinin Türkiye bakımından uygulanabilirliğinin tartışıldığı ve bu anayasa da 1958 tarihli V. Fransız Cumhuriyeti Anayasası’nın bazı özelliklerinin sezildiği bilinmektedir. 1958 tarihli Fransız Anayasası, “Başkanlık Sistemi”yle “Parlamenter Rejim”arasında, “karma” bir sistem kabul eden anayasaların tipik bir örneğidir.

Türkiye’de özellikle 1960-1961 ve 1980-1983 yıllarında iktidarda bulunan askeri yönetimler, demokrasiye geçiş sürecini kendi girişimleriyle başlatmıştır ve sonuca ulaştırmıştır. Her iki durumda da silahlı kuvvetler, sadece iktidardaki askeri yöneticilerle değil, aynı zamanda kurum olarak ordu tarafından desteklenerek, “reform” yoluyla malum anayasaları yapmışlardır.

Türk Anayasalarında egemen karakter, bunların “reform” yoluyla yapılmış olmalarıdır.

Anayasanın yapımı, demokrasiye geçiş sürecinde en kritik noktalardan biridir. Anayasa yapımı süreci hukuksal yönü yanında, siyasal önemi de çok büyük olan bir süreçtir. Bu süreç sırasında yapılan temel anayasal tercihler ve bu tercihlerin yapılış biçimleri, yeni doğan veya yeniden kurulan demokrasinin yaşayabilirliğini de büyük ölçüde etkilemektedir.

Günümüzde, genellikle “sözleşme”(pakt) yolu, demokrasiye geçişi sağlamanın ve dolayısıyla bünyeye uyan Anayasa yapımının ideal yolu olarak gösterilmektedir.

Yüzyılı biraz aşan demokrasiye geçiş serüvenimizde beş tane Anayasa yapmamız ve nihayet bu anayasaları birçok kez değiştirmemiz bize gösteriyor ki, bu anayasaların yapım sürecinde toplumsal yapımız ve tarihi tecrübemiz yeterince dikkate alınmamaktadır.