FEODAL
ZENGİN VE GERÇEK BURJUVAZİ
“Türkiye’deki
güncel gelişmeler üzerine bir deneme:”
Ufuk AYDIN
Türkiye’de son zamanlarda
meydana gelen olaylar, aslında şaşırtıcı ve yeni gelişmeler değildir. Sadece
kamuoyunun yıllardır yaşadığı ve sezinlediği sanal gerçekliği bir an yaşamaması
reelle temasıdır. Mesut Yılmaz, Alaattin Çakıcı, Korkmaz Yiğit kırılma
noktasında fark edilen “zaman”ın kurbanı, talihsiz insanlar! Dolayısı ile
meseleyi kasetlerden ve bu insanlardan ibaret zannetmekle kavrayamayız. Suyun
yüzeyindeki köpükler, varolduktan bir süre sonra kaybolabilir. Tek başına onlarla
ilgilenirsek akıntıyı (asıl köpükleri var edeni) fark edemeyiz. Akıntıyla birlikte
köpükleri fark etmektir aslolan, gerçek olan.
Cumhuriyet kurulduktan sonra her
alanda “yeniden yapılanma” süreci başlamıştı. Memleket fakirdi! Ekonomide
lokomotif sektörlere, güçlü müteşebbise ihtiyaç vardı!.. Devlet, gerekeni
yapacaktı... Ama, özel müteşebbise de gereksinim vardı! Sorun değil… Devlet,
özel müteşebbisi de yaratacaktı! O zaman da, ifade edildiği gibi, bu geçici bir
süreçti, geçiş dönemi idi… Özel müteşebbis desteklendi, toleranslı
davranıldı, korundu, var edildi, zorla yaşatıldı. Bu arada, devlet de birçok
alanda büyüdü, serpildi, gelişti. Fakat geçici denen süreç bir türlü geçmedi.
Devlet ve özel müteşebbis, daha çok dayanıştı, bütünleşti. Ama (özellikle
1960’lardan ve 1970’lerden itibaren) dışarıdan bir takım insanlar; ecnebiler,
yurda mal sokabilirdi. Bu mallar kimi zaman daha ucuz, kimi zaman daha kaliteli
olabilirdi… Düşünce sistematiği yine farklı çalıştı; “Bu durum milli
ekonomiyi zaafa uğratabilir, özel sektörü sıkıntıya düşürebilir! Gümrük
duvarları yükseltilsin! İthal ikameci politikalar uygulansın!”
Ve nihayette özel sektörün direnç
kazanması, rekabet kabiliyeti edinmesi pek mümkün olamadı, buna izin verilmedi.
Bu kucaklama ve şefkati, özel sektör de benimsedi. Hatta hoşuna gitti, şefkatsiz
yapamadı. 24 Ocak Kararları’ndan sonra getirilen liberal düzenlemeler ise; piyasa
ekonomisi kuralları, etiği, normları olmayan toplumda (aynı zamanda bireylerde), bir
takım açıkgözler tarafından, çapulculuk yapmak için müsait ortam olarak
değerlendirildi. İlginç olan da, bu çapulculuğa yine “devlet baba”,
özel müteşebbis gelişsin diye gözyumdu.
“Devlet baba”nın karşı
konulmaz, dayanılmaz bir müteşebbisi geliştirme sevdası var. Bu sebeple de,
müteşebbise bir şey olur diye kendi başına bırakamıyor. Tembel tembel de
otursa, “yaramazlık” da yapsa, cömertliğini ve şefkatini esirgemiyor!
Bu süreci yaşayan ve terk etme niyetlisi
gibi görünmeyen bir ülkede, özgür, liberal işadamının, gerçek burjuvazinin
yetişmesi mümkün mü? Gerçek burjuvazi özgürlükçüdür, bireycidir.
Dayatmalara ve kısıtlamalara karşıdır. Eleştireldir, muhaliftir,
alternatiftir. Gerçek burjuvazi, bireysel kabiliyetin, hür aklın ve çalışmanın
sembolüdür. Yani iktidarla göbek bağı yoktur. İktidara diyet borcu yoktur,
iktidardan minnet beklemez. Burjuvazinin gerçek varlık koşulu; çalışma, rekabet ve
rekâbetin getirdiği dinamizmdir. Minnet beklediği an, varlığını tehlikeye
düşürür. Batı’da demokrasi de burjuva ile birlikte gelişmiştir. Demokrasi, bir
yerde de burjuvanın gerçek, özgür, rekabetçi yapısına bağlıdır, karşı tutum
alması ile ilgilidir. İngiltere’deki demokrasinin temelinde burjuvazinin
özgürlük kavgası vardır. Keza ABD’ de öyledir. Almanya ve diğer batı
ülkelerinde de benzer yapı vardır. Magna Carta ile başlayan süreç, krallığa
dayatılan vergi yasaları ile devam etmiş ve günümüze gelinmiştir.
Bizde ise, özgürlük talepleri
imparatorluğun bunalımlı dönemlerinde, ne olduğu çok da bilinmeden asker-sivil
bürokrat ve aydınlar tarafından dile getirilmiştir. Daha sonra soyut devlette
somutlaşan bu “hürriyetçi akım”; özgürlüğün, doğruların ve
çağdaşlığın ancak devlet tarafından topluma verilebileceği kânaatine varmış ve
tabandan gelen seslerin tavanla susturulması gerektiğini düşünmüştür.
İşte, bu yapıdan gelen zengin iş
adamlarımızın büyük bir kısmı, bireysel potansiyel ve kabiliyetlerini sınamadan,
özgür piyasayı yaşamadan varolmuşlardır. Gerçek burjuvazimiz bir elin parmakları
kadardır ancak. Geriye kalan çoğunluk ise feodal zenginlerimizdir.
Feodal zenginlerimiz için gerçek kazanç
kapısı ise devlettir. İş imkânları, ihaleler devlettedir. Para oradan kazanılır.
Böyle olunca işadamı-iktidar sahipleri ilişkisi kaçınılmazdır. İşi
devlet veriyorsa, birçok alanda piyasa normları yoksa ve devletin günübirlik
kararları varsa, kolay ve dolayısıyla akıllıca olan; kendinizi piyasada
kanıtlamanız değil, devlette etkili ve yetkili olanlarla yoğun ilişkiye girmenizdir.
Mutlaka her devrin adamı olmalısınız ve her devirde adamınız olmalı. Böylece hem
yurtdışında devlet referansı ile, hem de yurtiçinde devlet işi ile büyürsünüz,
para kazanırsınız. İş yapmak için paranız yetmedi ve mevcut mali yapınızla borç
bulmanız mümkün olmuyor mu? Düşünmeye ve üzülmeye hiç gerek yok! Devletimizin
bankaları ne güne duruyor?.. Müteşebbise destek için…
Devletin engin yapısı ve sunduğu
imkanlar, aynı zamanda siyasal yozlaşmanın da önemli etkenlerinden biri.
Bakmayın öyle devlete, millete hizmet laflarına. Siyasetçilerin bir kısmının
bütün mücadelesi, devletin engin yapısı içinde kendini yeniden var etmektir.
Sürecin basitleştirilmiş anlatımı şöyle; Devletten iş ve ihale alabilmek için
etkin olan siyasal partinin veya grubun üyesi, yöneticisi veya milletvekili, bakan,
başbakan olmanız gerekebilir.
Tabi bunun maddi ve manevi külfeti de var
ama siz manevi kısmını boşverin! Maddi külfeti için de; neyiniz var neyiniz yok
harcarsınız ya da bir grupla hareket eder ve grup tarafından desteklenirsiniz,
finanse edilirsiniz. Nasıl olsa bu maddi yük mutlaka telafi edilecektir!.. Bu amaç
uğruna birçok şey araç olur ve etkin konumlara gelinir. Gelinen bu yerde, kendisinin
ve destekçilerinin kayıplarının uygun bir şekilde telafisinin sağlanması
kaçınılmazdır. Seçilen aslında bizim temsilcimiz değil, çıkarların temsilcisi
oluyor. Bu sebeple çıkarların tepesindeki insana, lidere (führere), çıkarlardan
dolayı itaat mutlaktır! Biz buna demokrasi diyoruz…
Görüldüğü gibi, bazı siyasetçileri
bazı işadamları; bazı işadamlarını da bazı siyasetçiler beslemektedir. Devletin
rant kaynağı olan bu büyük yapısı, anlaşmazlığa sebep olmaktadır. Bu kesişim
noktası, legal olmadığı için, gerekli her tür illegal kurumlarını da var etmiş
durumda. Bu “alem”de, anlaşmazlıkları çözüm mercii, tabiki T.C. kanunları ve
mahkemeleri değil. (Bu da ayrı bir paradoks, sapma noktası. İşte kırılma bu
noktada meydana geliyor.)
Gelelim bu “alem”in kurallarına… Bu
“alem”de kuralların en önemlisi, ketum olmak, topluma karşı, diğerlerine karşı,
hiçbir şey yokmuş gibi davranmak. Diğer kuralların tümünü de güç dengesi
belirler. Güçlü olmadığınız ve gerekli paylaşıma da yatkın olmadığınız
zaman, yedek oyuncu konumundasınız. Pasifize edilirsiniz. Bu, her zaman uygun bir zaman
ve zemin olmayacağı anlamına gelmez. Biraz hamle yeteneğinize bağlı. Şu an
göründüğü kadarıyla bu “alem”in en üst “yargı organı” Alaattin Çakıcı.
Alaattin Çakıcı’yı öyle güçlü, ateş yutan, vurduğunu deviren biri zannetmeyin.
Çok organize bir ekibi olduğunu da düşünmeyin. Alaattin Çakıcı bu “alem”in,
çözüm yöntemlerini yerine getirme işlevini yüklediği bir sembol. Hem Alaattin
Çakıcı’yı var etmişler, hem de ondan korkmaktadırlar. O ortak “erktir”.
Onsuz da olamıyorlar. Alaattin Çakıcı’nın yöntemleri de tam bu “alem”e göre;
“Çocuğun yok mu senin? Hangi okula, saat kaçta gittiğini bilmiyor muyum
zannediyorsun!”
Temel problem; devletin bu büyük ve
hantal yapısı (sosyolojik ve psikolojik boyutu da ayrıca irdelenebilir.) Mücadele devletin
kaynaklarına sahip olmak… Suyun başını tutmak ve istenen yerlere akıtmak. Tabi
bu tablo popülizmle, sanal gündemlerle hep arka planda muhafaza edildi. Belki de sorun
irtica falan değildi!
İşte bu noktada, mekanizmanın diğer
önemli çarklarından birine gelelim… Medya! Demokratik bir topumun
varlığında, özgür basının yeri, rolü, yapısı çok önemli. Sağlıklı özgür
düşünce ve kanaatler, doğru, hür haber ve yorumlarla mümkündür. Doğru
düşünebileniz ve gerçeği saptayabilmeniz, doğru bilgi ve bulgulardan hareket
etmenize bağlıdır.
Liberal demokratik sistemlerde; basının
iktidarla dostluğu veya “basının iktidarı” ya da “iktidarın basını”
görülmez. Özgür ve tarafsız hareket eden gazeteler, gazeteciler ve T.V. kanalları
vardır. Bu özgür yapı, doğal olarak vardır. Çünkü devletin verdiği muazzam
teşvikler veya devletin bankasından, iktidarla oturup pazarlık yaparak- kredi temin
etme şansları yoktur. Ayrıca kamu kurumlarının reklam pastasının büyük bir
kısmını kapma sevdası da mevcut değildir. Dolayısıyla iktidarın da bu imkanlarla
basını “tavlama” şansı yok. Herhalde kamu kurumlarına “şu şu gazeteler
alınsın, şunlar da alınmasın” diye genelge yayımlamaları da pek
görülmemiştir. Bizde basınla iktidar arasındaki dostluğun – düşmanlığın
küçük fakat en bariz örneği; iktidarın değişmesi ile kamu kurumlarına alınan
gazetelerin değişmesidir. Düşünsenize; aslında okur, birey, toplum için varolan
gazete, ömrü, tirajına, kârına, verdiği haberler ve yorumların kalitesine,
doğruluğuna, beğenilmesine bağlı olan gazete, yaşama ve varolma mücadelesini,
devletteki kaynaklara bağlı olarak, devlet içindeki ilişkileriyle sürdürmektedir.
Eee, tabîki iktidar olmada medyanın
gücü inkar edilemez. Partiler buna muhtaç! İşte size bir çakışma ve çatışma
noktası daha!..
Şu ana kadar somut, aktif üç tane
aktör belirledik. Biz “ileri aşamayı” yaşıyoruz. İleri aşamada aktörler
ikiye iniyor (Son günlerin aktif aktörlerinden biri geçiş aşamasını yaşıyordu.
Başaramadı.). Feodal zenginlerimiz, artık gazete ve televizyon sahibi olmanın
dayanılmaz cazibe sine öyle bir kapılmışlar ki sormayın. Müthiş bir buluş.
Böylece denklem daha yalın, paylaşım ve kâr daha yüksek. Optimum dengenin bir
ön aşaması. Büyük sermaye gücü ve etkili medya ile iktidarı yüksek ihtimalle siz
belirlersiniz. Optimum aşama (aktörsüz aşama, sonsuz mutluluk) bu üçlünün tek
vücuduyeti idi. Henüz mümkün olmadı. Bu değerlendirmeler ışığında, herhalde
bazı işadamlarını veya bazı politikacıları ya da kimi gazete ve gazetecileri daha
iyi anlayabilirsiniz.
Burada yanlış kanaatlerin oluşmasına
engel olmak için bir gerçeği tekrarlayalım; insanın, bireyin kendi çalışması,
kabiliyeti ve sermayesi ile zengin olması, medya patronu olması, yasalar normlar
dahilinde etkin ve yetkin olması yukarıdaki değerlendirme ile
karıştırılmamalıdır. Gerçek olan da bireyin kendi potansiyelidir, çalışması,
hakkıdır. Ne sosyal devlet adına bireyin çalışmasının, alın terinin ürünü olan
birikimine, mal varlığına, sermayesine elkonulabilir ve tembellere, kolay
çıkarcılara karşı toplumun sosyal sorumluluğu olabilir ne de hukuksuz, kuralsız
toplumlar ve buradaki karteller, vurguncular, hayali ihracatçılar liberal toplum ve
liberal birey olabilir. Türkiye’de yanlış olan, bir kısım ilişkilerin, hukuksuz,
kuralsız, ard niyetli, piyasa ekonomisinin tersine işleyen, bireyin özgür kabiliyetine
dayanmayan feodal ilişkiler olmasıdır.
Yukarıdaki denkleme dönelim.
Mekanizmayı bozan bağımsız ve bağımlı değişkenler vardı. Bağımsız
değişkenler; erdemli, ahlaklı, onurlu, dürüst, çalışkan gazeteciler, bürokratlar,
devlet adamları idi. Yani gerçek bireyler. Onlara teşekkür ederiz… Bağımlı
değişkenler ise çarkın içindeki feodaller oldu. Onlar en temel kuralı çiğnediler.
Onlar konuştular. İlk darbe, içerideki uzlaşmazlığın etkisi ile dışarıdan geldi.
Alaattin Çakıcı yakalandı. Gerisini de biliyorsunuz.
Her zaman kötü senaryolar yazılabilir,
çirkin, kuralsız oyunların sahneye konulma arzusu var olabilir. Bunu yasalarınızla
yasaklamak zorundasınız. Yapınızın da buna müsait olmaması gerekir. Bunlar, devleti
sahne seçtiler. Sahnemiz de kontrolü zorlaştıracak kadar büyük ve imkân
sağlayıcı. Biz en iyisi sahne ile kuralları yeniden gözden geçirelim. Revize edelim.
Seyirci yoruldu, bıktı duyarsızlaştı. Oynanan oyunun dram ya da komedi olduğu
anlaşılmıyor. Bu sahne de sıkıldı. Daha uzun süre koltuklarında oturup bu oyunu
seyredeceklerini zannetmiyorum. (Seyrederlerse sorun yok! Bilet paralarının boşa
gittiğini düşünmüyorlar herhalde! Demek ki arz-talep ilişkisi kurulmuş!)
Çözüm, muslukları kurutmak, devleti,
çıkarları besleyen bu yapılardan kurtarmaktır. Adalette, dış politikada,
güvenlikte güçlü fakat piyasada ekonomik işlev üstlenmeyen, yani üretmeyen ve
bireyin özgürlüğüne, toplumun doğal yaşayışına müdahale etmeyen bir devlet.
Hukuk kurallarını işleten hukuk devleti… Göreceksiniz o zaman “devlet elden
gidiyor” diye kimse ortaya atılmayacak. Elde edilecek çıkar kalmayınca elden
giden bir şey olmaz!.. |