sayı 4

Feodal Zengin ve Gerçek Burjuvazi

Türkiyede Anayasal gelişmeler

Demokrasinin imkansızlığının İmkansızlığı

Kurtuluş Özel Eğitimde

Bir Mucizeyi Beklerken

İlaçta Patent Tartışması

İlaçta Patent Tartışması(2)

Demokratik İşbölümü

En Ateşli Liberal

Sistem Düşüncesi

Çocukların Zararlarından kurtulma yolları

Barter

Devlet ve İnsan

Türban ve İnsan hakları

Piyasa Reformları Avrupa Futbolunu Geliştiriyor

Özel Sektör, Yapı Kredi ve Faşizim

Kayıp Kadınlar Üstüne

Bilmece


ANASAYFA

e@mail

 

FEODAL ZENGİN VE GERÇEK BURJUVAZİ

“Türkiye’deki güncel gelişmeler üzerine bir deneme:”

Ufuk AYDIN

Türkiye’de son zamanlarda meydana gelen olaylar, aslında şaşırtıcı ve yeni gelişmeler değildir. Sadece kamuoyunun yıllardır yaşadığı ve sezinlediği sanal gerçekliği bir an yaşamaması reelle temasıdır. Mesut Yılmaz, Alaattin Çakıcı, Korkmaz Yiğit kırılma noktasında fark edilen “zaman”ın kurbanı, talihsiz insanlar! Dolayısı ile meseleyi kasetlerden ve bu insanlardan ibaret zannetmekle kavrayamayız. Suyun yüzeyindeki köpükler, varolduktan bir süre sonra kaybolabilir. Tek başına onlarla ilgilenirsek akıntıyı (asıl köpükleri var edeni) fark edemeyiz. Akıntıyla birlikte köpükleri fark etmektir aslolan, gerçek olan.

Cumhuriyet kurulduktan sonra her alanda “yeniden yapılanma” süreci başlamıştı. Memleket fakirdi! Ekonomide lokomotif sektörlere, güçlü müteşebbise ihtiyaç vardı!.. Devlet, gerekeni yapacaktı... Ama, özel müteşebbise de gereksinim vardı! Sorun değil… Devlet, özel müteşebbisi de yaratacaktı! O zaman da, ifade edildiği gibi, bu geçici bir süreçti, geçiş dönemi idi… Özel müteşebbis desteklendi, toleranslı davranıldı, korundu, var edildi, zorla yaşatıldı. Bu arada, devlet de birçok alanda büyüdü, serpildi, gelişti. Fakat geçici denen süreç bir türlü geçmedi. Devlet ve özel müteşebbis, daha çok dayanıştı, bütünleşti. Ama (özellikle 1960’lardan ve 1970’lerden itibaren) dışarıdan bir takım insanlar; ecnebiler, yurda mal sokabilirdi. Bu mallar kimi zaman daha ucuz, kimi zaman daha kaliteli olabilirdi… Düşünce sistematiği yine farklı çalıştı; “Bu durum milli ekonomiyi zaafa uğratabilir, özel sektörü sıkıntıya düşürebilir! Gümrük duvarları yükseltilsin! İthal ikameci politikalar uygulansın!”

Ve nihayette özel sektörün direnç kazanması, rekabet kabiliyeti edinmesi pek mümkün olamadı, buna izin verilmedi. Bu kucaklama ve şefkati, özel sektör de benimsedi. Hatta hoşuna gitti, şefkatsiz yapamadı. 24 Ocak Kararları’ndan sonra getirilen liberal düzenlemeler ise; piyasa ekonomisi kuralları, etiği, normları olmayan toplumda (aynı zamanda bireylerde), bir takım açıkgözler tarafından, çapulculuk yapmak için müsait ortam olarak değerlendirildi. İlginç olan da, bu çapulculuğa yine “devlet baba”, özel müteşebbis gelişsin diye gözyumdu.

Devlet baba”nın karşı konulmaz, dayanılmaz bir müteşebbisi geliştirme sevdası var. Bu sebeple de, müteşebbise bir şey olur diye kendi başına bırakamıyor. Tembel tembel de otursa, “yaramazlık” da yapsa, cömertliğini ve şefkatini esirgemiyor!

Bu süreci yaşayan ve terk etme niyetlisi gibi görünmeyen bir ülkede, özgür, liberal işadamının, gerçek burjuvazinin yetişmesi mümkün mü? Gerçek burjuvazi özgürlükçüdür, bireycidir. Dayatmalara ve kısıtlamalara karşıdır. Eleştireldir, muhaliftir, alternatiftir. Gerçek burjuvazi, bireysel kabiliyetin, hür aklın ve çalışmanın sembolüdür. Yani iktidarla göbek bağı yoktur. İktidara diyet borcu yoktur, iktidardan minnet beklemez. Burjuvazinin gerçek varlık koşulu; çalışma, rekabet ve rekâbetin getirdiği dinamizmdir. Minnet beklediği an, varlığını tehlikeye düşürür. Batı’da demokrasi de burjuva ile birlikte gelişmiştir. Demokrasi, bir yerde de burjuvanın gerçek, özgür, rekabetçi yapısına bağlıdır, karşı tutum alması ile ilgilidir. İngiltere’deki demokrasinin temelinde burjuvazinin özgürlük kavgası vardır. Keza ABD’ de öyledir. Almanya ve diğer batı ülkelerinde de benzer yapı vardır. Magna Carta ile başlayan süreç, krallığa dayatılan vergi yasaları ile devam etmiş ve günümüze gelinmiştir.

Bizde ise, özgürlük talepleri imparatorluğun bunalımlı dönemlerinde, ne olduğu çok da bilinmeden asker-sivil bürokrat ve aydınlar tarafından dile getirilmiştir. Daha sonra soyut devlette somutlaşan bu “hürriyetçi akım”; özgürlüğün, doğruların ve çağdaşlığın ancak devlet tarafından topluma verilebileceği kânaatine varmış ve tabandan gelen seslerin tavanla susturulması gerektiğini düşünmüştür.

İşte, bu yapıdan gelen zengin iş adamlarımızın büyük bir kısmı, bireysel potansiyel ve kabiliyetlerini sınamadan, özgür piyasayı yaşamadan varolmuşlardır. Gerçek burjuvazimiz bir elin parmakları kadardır ancak. Geriye kalan çoğunluk ise feodal zenginlerimizdir.

Feodal zenginlerimiz için gerçek kazanç kapısı ise devlettir. İş imkânları, ihaleler devlettedir. Para oradan kazanılır. Böyle olunca işadamı-iktidar sahipleri ilişkisi kaçınılmazdır. İşi devlet veriyorsa, birçok alanda piyasa normları yoksa ve devletin günübirlik kararları varsa, kolay ve dolayısıyla akıllıca olan; kendinizi piyasada kanıtlamanız değil, devlette etkili ve yetkili olanlarla yoğun ilişkiye girmenizdir. Mutlaka her devrin adamı olmalısınız ve her devirde adamınız olmalı. Böylece hem yurtdışında devlet referansı ile, hem de yurtiçinde devlet işi ile büyürsünüz, para kazanırsınız. İş yapmak için paranız yetmedi ve mevcut mali yapınızla borç bulmanız mümkün olmuyor mu? Düşünmeye ve üzülmeye hiç gerek yok! Devletimizin bankaları ne güne duruyor?.. Müteşebbise destek için…

Devletin engin yapısı ve sunduğu imkanlar, aynı zamanda siyasal yozlaşmanın da önemli etkenlerinden biri. Bakmayın öyle devlete, millete hizmet laflarına. Siyasetçilerin bir kısmının bütün mücadelesi, devletin engin yapısı içinde kendini yeniden var etmektir. Sürecin basitleştirilmiş anlatımı şöyle; Devletten iş ve ihale alabilmek için etkin olan siyasal partinin veya grubun üyesi, yöneticisi veya milletvekili, bakan, başbakan olmanız gerekebilir.

Tabi bunun maddi ve manevi külfeti de var ama siz manevi kısmını boşverin! Maddi külfeti için de; neyiniz var neyiniz yok harcarsınız ya da bir grupla hareket eder ve grup tarafından desteklenirsiniz, finanse edilirsiniz. Nasıl olsa bu maddi yük mutlaka telafi edilecektir!.. Bu amaç uğruna birçok şey araç olur ve etkin konumlara gelinir. Gelinen bu yerde, kendisinin ve destekçilerinin kayıplarının uygun bir şekilde telafisinin sağlanması kaçınılmazdır. Seçilen aslında bizim temsilcimiz değil, çıkarların temsilcisi oluyor. Bu sebeple çıkarların tepesindeki insana, lidere (führere), çıkarlardan dolayı itaat mutlaktır! Biz buna demokrasi diyoruz…

Görüldüğü gibi, bazı siyasetçileri bazı işadamları; bazı işadamlarını da bazı siyasetçiler beslemektedir. Devletin rant kaynağı olan bu büyük yapısı, anlaşmazlığa sebep olmaktadır. Bu kesişim noktası, legal olmadığı için, gerekli her tür illegal kurumlarını da var etmiş durumda. Bu “alem”de, anlaşmazlıkları çözüm mercii, tabiki T.C. kanunları ve mahkemeleri değil. (Bu da ayrı bir paradoks, sapma noktası. İşte kırılma bu noktada meydana geliyor.)

Gelelim bu “alem”in kurallarına… Bu “alem”de kuralların en önemlisi, ketum olmak, topluma karşı, diğerlerine karşı, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak. Diğer kuralların tümünü de güç dengesi belirler. Güçlü olmadığınız ve gerekli paylaşıma da yatkın olmadığınız zaman, yedek oyuncu konumundasınız. Pasifize edilirsiniz. Bu, her zaman uygun bir zaman ve zemin olmayacağı anlamına gelmez. Biraz hamle yeteneğinize bağlı. Şu an göründüğü kadarıyla bu “alem”in en üst “yargı organı” Alaattin Çakıcı. Alaattin Çakıcı’yı öyle güçlü, ateş yutan, vurduğunu deviren biri zannetmeyin. Çok organize bir ekibi olduğunu da düşünmeyin. Alaattin Çakıcı bu “alem”in, çözüm yöntemlerini yerine getirme işlevini yüklediği bir sembol. Hem Alaattin Çakıcı’yı var etmişler, hem de ondan korkmaktadırlar. O ortak “erktir”. Onsuz da olamıyorlar. Alaattin Çakıcı’nın yöntemleri de tam bu “alem”e göre; “Çocuğun yok mu senin? Hangi okula, saat kaçta gittiğini bilmiyor muyum zannediyorsun!”

Temel problem; devletin bu büyük ve hantal yapısı (sosyolojik ve psikolojik boyutu da ayrıca irdelenebilir.) Mücadele devletin kaynaklarına sahip olmak… Suyun başını tutmak ve istenen yerlere akıtmak. Tabi bu tablo popülizmle, sanal gündemlerle hep arka planda muhafaza edildi. Belki de sorun irtica falan değildi!

İşte bu noktada, mekanizmanın diğer önemli çarklarından birine gelelim… Medya! Demokratik bir topumun varlığında, özgür basının yeri, rolü, yapısı çok önemli. Sağlıklı özgür düşünce ve kanaatler, doğru, hür haber ve yorumlarla mümkündür. Doğru düşünebileniz ve gerçeği saptayabilmeniz, doğru bilgi ve bulgulardan hareket etmenize bağlıdır.

Liberal demokratik sistemlerde; basının iktidarla dostluğu veya “basının iktidarı” ya da “iktidarın basını” görülmez. Özgür ve tarafsız hareket eden gazeteler, gazeteciler ve T.V. kanalları vardır. Bu özgür yapı, doğal olarak vardır. Çünkü devletin verdiği muazzam teşvikler veya devletin bankasından, iktidarla oturup pazarlık yaparak- kredi temin etme şansları yoktur. Ayrıca kamu kurumlarının reklam pastasının büyük bir kısmını kapma sevdası da mevcut değildir. Dolayısıyla iktidarın da bu imkanlarla basını “tavlama” şansı yok. Herhalde kamu kurumlarına “şu şu gazeteler alınsın, şunlar da alınmasın” diye genelge yayımlamaları da pek görülmemiştir. Bizde basınla iktidar arasındaki dostluğun – düşmanlığın küçük fakat en bariz örneği; iktidarın değişmesi ile kamu kurumlarına alınan gazetelerin değişmesidir. Düşünsenize; aslında okur, birey, toplum için varolan gazete, ömrü, tirajına, kârına, verdiği haberler ve yorumların kalitesine, doğruluğuna, beğenilmesine bağlı olan gazete, yaşama ve varolma mücadelesini, devletteki kaynaklara bağlı olarak, devlet içindeki ilişkileriyle sürdürmektedir.

Eee, tabîki iktidar olmada medyanın gücü inkar edilemez. Partiler buna muhtaç! İşte size bir çakışma ve çatışma noktası daha!..

Şu ana kadar somut, aktif üç tane aktör belirledik. Biz “ileri aşamayı” yaşıyoruz. İleri aşamada aktörler ikiye iniyor (Son günlerin aktif aktörlerinden biri geçiş aşamasını yaşıyordu. Başaramadı.). Feodal zenginlerimiz, artık gazete ve televizyon sahibi olmanın dayanılmaz cazibe sine öyle bir kapılmışlar ki sormayın. Müthiş bir buluş. Böylece denklem daha yalın, paylaşım ve kâr daha yüksek. Optimum dengenin bir ön aşaması. Büyük sermaye gücü ve etkili medya ile iktidarı yüksek ihtimalle siz belirlersiniz. Optimum aşama (aktörsüz aşama, sonsuz mutluluk) bu üçlünün tek vücuduyeti idi. Henüz mümkün olmadı. Bu değerlendirmeler ışığında, herhalde bazı işadamlarını veya bazı politikacıları ya da kimi gazete ve gazetecileri daha iyi anlayabilirsiniz.

Burada yanlış kanaatlerin oluşmasına engel olmak için bir gerçeği tekrarlayalım; insanın, bireyin kendi çalışması, kabiliyeti ve sermayesi ile zengin olması, medya patronu olması, yasalar normlar dahilinde etkin ve yetkin olması yukarıdaki değerlendirme ile karıştırılmamalıdır. Gerçek olan da bireyin kendi potansiyelidir, çalışması, hakkıdır. Ne sosyal devlet adına bireyin çalışmasının, alın terinin ürünü olan birikimine, mal varlığına, sermayesine elkonulabilir ve tembellere, kolay çıkarcılara karşı toplumun sosyal sorumluluğu olabilir ne de hukuksuz, kuralsız toplumlar ve buradaki karteller, vurguncular, hayali ihracatçılar liberal toplum ve liberal birey olabilir. Türkiye’de yanlış olan, bir kısım ilişkilerin, hukuksuz, kuralsız, ard niyetli, piyasa ekonomisinin tersine işleyen, bireyin özgür kabiliyetine dayanmayan feodal ilişkiler olmasıdır.

Yukarıdaki denkleme dönelim. Mekanizmayı bozan bağımsız ve bağımlı değişkenler vardı. Bağımsız değişkenler; erdemli, ahlaklı, onurlu, dürüst, çalışkan gazeteciler, bürokratlar, devlet adamları idi. Yani gerçek bireyler. Onlara teşekkür ederiz… Bağımlı değişkenler ise çarkın içindeki feodaller oldu. Onlar en temel kuralı çiğnediler. Onlar konuştular. İlk darbe, içerideki uzlaşmazlığın etkisi ile dışarıdan geldi. Alaattin Çakıcı yakalandı. Gerisini de biliyorsunuz.

Her zaman kötü senaryolar yazılabilir, çirkin, kuralsız oyunların sahneye konulma arzusu var olabilir. Bunu yasalarınızla yasaklamak zorundasınız. Yapınızın da buna müsait olmaması gerekir. Bunlar, devleti sahne seçtiler. Sahnemiz de kontrolü zorlaştıracak kadar büyük ve imkân sağlayıcı. Biz en iyisi sahne ile kuralları yeniden gözden geçirelim. Revize edelim. Seyirci yoruldu, bıktı duyarsızlaştı. Oynanan oyunun dram ya da komedi olduğu anlaşılmıyor. Bu sahne de sıkıldı. Daha uzun süre koltuklarında oturup bu oyunu seyredeceklerini zannetmiyorum. (Seyrederlerse sorun yok! Bilet paralarının boşa gittiğini düşünmüyorlar herhalde! Demek ki arz-talep ilişkisi kurulmuş!)

Çözüm, muslukları kurutmak, devleti, çıkarları besleyen bu yapılardan kurtarmaktır. Adalette, dış politikada, güvenlikte güçlü fakat piyasada ekonomik işlev üstlenmeyen, yani üretmeyen ve bireyin özgürlüğüne, toplumun doğal yaşayışına müdahale etmeyen bir devlet. Hukuk kurallarını işleten hukuk devleti… Göreceksiniz o zaman “devlet elden gidiyor” diye kimse ortaya atılmayacak. Elde edilecek çıkar kalmayınca elden giden bir şey olmaz!..