sayı 5-6

Ekonomik Özgürlük Kavramı

Barış Manço'yıu Düşünürken

Sinema

"Sivil özgürlük" süz "Siyasal Özgürlük"! Olur mu?

Bülbül

Kadın ve Taciz

Nefes alacağınız son oksijende tükenirken

Vahşetin Belgeseli

Ne Yapacağını Bilememek

Türkiyenin Konumu

Haymatlos

Yalancı Masumiyet

Hangi laiklik

E-Deneme


ANASAYFA

e@mail

 

“SİVİL ÖZGÜRLÜK” SÜZ “SİYASAL ÖZGÜRLÜK”! OLUR MU?

Kürşat Bumin
Yeni Şafak 29 Ocak 1999

Milletvekili ve mahallî idareler seçimlerine katılabilecek 21 siyasî partinin oy pusulalarındaki yerleri de belirlendi. Artık son anda bir değişiklik olmazsa 18 Nisan’da sandık başındayız. Çekilen kura siyasî partileri epeyce anlamlı da yerleştirdi; siyasî partiler manzumesi seçmenin karşısına ÖDP ve MHP arasına, sol ve sağ cenahın iki sahici temsilcisi arasına yerleştirilmiş bir sandviç olarak çıkacak. Besleyiciliğini bilmem ama zengin bir sandviç! Anayasnhey Heya’ya göre “demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları” (birçok hükmü bir totolojiden ibaret olan Anayasa’mızın bu maddesi malûldur; “demokratik hayat” zaten sadece ve sadece “siyasî” değil midir?) olan siyasî partiler de seçim hazırlıklarını hızlandırdılar. Radikal’in haberine göre, ANAP lideri Yılmaz Almanya’da, DYP lideri Çiller ise İngiltere’de “check-up”, gardrop, liko ile cilt bakımı hazırlıklarını tamamlamışlar. Demirel ise, “Cezayir’e laiklik uyarısı” yapıp “Birbirinizi yiyeceğinize bizi örnek alın” mealinde bir ders verdikten sonra ayağının tozuyla vatandaşlarına şöyle konuşmuş: “Ben milletime diyorum ki, gidin sandık başına ve karar verin geleceğiniz hakkında. Milletim sandık başına gidip, geleceği hakkında karar vermelidir.” (Sizin de farkettiğiniz gibi ikinci cümlenin anlamı birincisiyle tıpatıp aynı; olsun, belki “millet” anlamamıştır diye tekrarlamakta yarar var.).

Sırası değil ama Demirel’in Cezayir’de verdiği mesajlar inanın birbirinden ilginçti. Okuyun ve siz karar verin: “Laik cumhuriyet yolunda yürümeye devam edin.” (Düşünebiliyor musunuz? Cezayir “laik bir cumhuriyet”!); “Terörün her türlüsüne, özellikle dinci teröre asla taviz vermeyin.” (Niçin özellikle dinci teröre ?); “İslam ülkeleri arasında laik, demokratik yönetimiyle bir örnek oluşturan Türkiye, bu hassas dönemde sizin için rehber olabilir.”; “Bir ülkede demokrasinin kuralları çerçevesinde işlemesi, askerlerle siviller arasında uyum ve dengeye bağlıdır.” ( Yeni bir demokrasi tanımı!) Ve tabiî, Cumhurbaşkanı’nın Cezayir’den, yani iki tur arasında seçmenin önünden seçim sandığının kaldırıldığı bir ülkeden gelir gelmez “sandığa gidin” çağrısı. Tamamen ilgisiz olarak aklıma şu da geldi: Aslında bu iki turlu seçim sisteminin demokrasi olmayan ülkelerde, Cezayir örneğinde olduğu gibi bir başka pratik yanı daha var; ilk turu geniş tutulmuş bir kamuoyu yoklaması gibi değerlendiriyor ve ikinci turun akıbeti üzerine kararınızı hemen orada veriyorsunuz!

Evet Türkiye seçime gidiyor. Hemen herkes sandığın her şeyi çözebileceğini, ülkede demokrasinin daha da güçleneceğini söylüyor. Yanlış mı? Tabiî ki tamamen yanlış değil; tamamen doğru olmadığı gibi. Şimdi isterseniz bu durumu analiz etmek için siyaset felsefesinden biraz yardım isteyelim: Politik düşünce tarihi özgürlükler konusunda bir ikincilikten (tesniye) söz ediyor. 18. Yüzyılda “sivil özgürlük” ve “siyasal özgürlük” olarak adlandırılan özgürlüğün iki yüzü 19. Yüzyılda Benjamin Constant’ın sınıflandırmasıyla “Eskiler” ve “Modernler”in özgürlük anlayışı tartışmasına dönüştü. Ve hemen belirtelim özgürlüğün bu iki yüzü, siyaseti toplumsal olana bağlamak amacını güden liberalizmin aklından çıkartmadığı bir sınıflandırma oldu. Bu iki özgürlüğün yüzyılımızda “otonomi özgürlüğü” ve “katılım özgürlüğü” olarak adlandırıldığını da hatırlayalım.

Pekiyi nedir bu iki tür özgürlüğün ayırdedici özellikleri ? Sivil özgürlük (ya da “otonomi özgürlüğü”) bireyin fiziksel ve manevi baskıdan uzak olarak bağımsızlığına kavuşmasıdır. Siyasal özgürlük (ya da “katılım özgürlüğü”) ise, bireyin “yurttaş” yönünü ve işlevini ön plâna çıkartarak yaşadığı ülkenin siyasal kuruluşunda söz sahibi olmasına işaret etmektedir. Yani, bu özgürlükler sırasıyla, “bireysel haklar” ve “siyasal haklar” olarak da ifade edilebilir. Aralarındaki ilişki nasıldır ve nasıl olmalıdır bu iki tür özgürlüğün? Liberalizmin atalarına göre siyasal özgürlük (ve dolayısıyla “siyasal haklar”) sivil özgürlüğün (ve “bireysel haklar” ın) bir devamı olarak değerlendirmelidir. Öncelik tabiî ki sivil özgürlüktedir ve siyasal özgürlük bunun için ancak bir araçtır. İnsan istediği gibi fikrini ifade edemedikten, inancına göre istediği gibi yaşayamadıktan, başkalarıyla istediği gibi toplanamamaktan ve tabiî ki mülk sahibi olup onu istediği gibi kullanamadıktan sonra, yani sivil özgürlüğü olsa ne yazar, olmasa ne yazar?

Liberallerin bu çok açıklayıcı sınıflandırmasından hareketle Türkiye’nin önündeki 18 Nisan seçimlerini nasıl değerlendirebiliriz? Kolay bir soru değil; ama çok zor bir soru da değil. Tabiî ki sivil özgürlüğü tarihinde hiç tatmamış bir ülkede siyasal özgürlükten mucizeler beklemek nasıl değerlendirilirse öyle değerlendireceğiz! İşkencede 19 yıl önce ölen bir öğretmenin davasının ancak sonuçlandığı , işkenceyi rapor eden bir hekimin tutuklandığı, ifade özgürlüğünün beğenilmeyen kullanım biçimlerine demir parmaklıkların arkasının gösterildiği, polis zoruyla öğrencilerin başörtüsünün çıkarıldığı bir ülkede siyasal özgürlüklerin kullanılmasıyla ne değişir?

Bu önemli konuya önümüzdeki yazı devam edelim.