sayı 5-6

Ekonomik Özgürlük Kavramı

Barış Manço'yıu Düşünürken

Sinema

"Sivil özgürlük" süz "Siyasal Özgürlük"! Olur mu?

Bülbül

Kadın ve Taciz

Nefes alacağınız son oksijende tükenirken

Vahşetin Belgeseli

Ne Yapacağını Bilememek

Türkiyenin Konumu

Haymatlos

Yalancı Masumiyet

Hangi laiklik

E-Deneme


ANASAYFA

e@mail

 

BARIŞ MANÇO’ YU DÜŞÜNÜRKEN…

ORHAN ÖZTÜRK
Erzincan Vali Yardımcısı

“Unutma ki dünya fani, veren Allah alır canı, ben nasıl unuturum seni, can bedenden çıkmayınca…”

Fani alemden baki aleme yolculadığımız Rahmetli Barış Manço sonsuzluğa olan hasretin, arayışın müşahhas alemdeki tezahürleri demek olan sanat dünyasının hatırı sayılır müntesiplerinden birisi idi. Biz onu son derece şahsiyetli, seviyeli, pozitif enerji yayan, erkek gibi bir erkek, adam gibi bir adam olarak hatırlayacağız artık. O iyi adamların beyaz atlara binip gittiğini gören, “beyaz atlı şimdi geçti buradan” diyerek nefis bir şarkısında da etrafına bunu haber veren nasipli ve iyi birisiydi. Her fani kula nasip olmayan pek çok mazhariyetlere kavuşmuştu. Şahsî kanaatimce bu muktesebatın en büyüğünü terennüm etmek vicdanî bir borcumdur.

Andrew Finkel, Leydi Diana’nın ölümünün akabinde yazdığı bir makâlesinde ilginç bir sual sormaktadır. Cenaze törenine üç milyon insanın katıldığı Leydi Diana benzerinde olduğu gibi – ki aşklarıyla, aşırılıklarıyla, kraliyet ailesinin yerleşik kurallarına karşılıkları yanında toplumun arka yüzüyle yoksul ve mağdur insanlarla olan samimî irtibatlarının, gösterdiği sosyal sorumluluk şuuruna da sahip oluşuyla da meşhurdu – Türk toplumunda sevilen, ölümüne üzülünen, toplumun her kesimi tarafından kucaklanabilen, cenazesinde de milyonları KENDİLİĞİNDEN bir araya getirebilen ve GETİREBİLECEK OLAN kaç kişi vardır, diyor.

Rahmetli Özal’ın, Zeki Müren’in ve bir ölçüde de Türkeş’in, Kahveci’nin, Mumcu’nun cenaze törenlerine Türk milletinin gösterdiği teveccühten, hali hazır yaşayan sanatçı, siyasetçi, devlet adamı ve bürokrat, bilim ve fikir erbabımızın alacağı pek çok dersler vardır. Türk toplumunun kaderinin, bir gün dünyasının belirlenmesinde stratejik öneme haiz bu neverbabımızın nasıl olsa gelecekleri musalla taşından önce kendisine dönüp bakmasını, toplum ve tarih nazarında kendine check-up yapmasına ihtiyaç vardır.

Neden bizde Batı’dakine benzer şekilde toplumunu kucaklayabilen insan çok az sayıda çıkabilmektedir? Ayrı dinlere, ayrı dillere ancak müşterek bir tarihe sahipliği sayesinde millet olabilmiş toplumumuzda bir insan hangi şartlarda sembolleşebilmektedir? Eğittiğini irfan ölçülerinde kaybeden, evrensel ölçülerde çağdaşlığı, demokrasiyi hazmedememiş çatışmalar, huzursuzluk sebebi olan sanat, siyaset, bilim ve devlet adamı ağırlığını zerre miktarınca taşıyamayan insanlarla mı yeni bir toplum inşa edeceğiz? Bu tereddüte mevcudata bakarak değil, halipür melalimize bakarak varıyorum. Melali anlamayan nesle ve hüzne aşina değiliz diyemeyeceğimize göre bu sualler erbabının cevaplarını beklemektedir.

Yüksek tansiyonun, prim yapan ve rant sağlayan gerilimin, çatışma ve kutuplaşmaların hızlandığı, kamplaşma ideolojisinin yaygınlaştığı ülkemizde müşterek kabul görme mazhariyetinde sanatçılarımız nedense daha ön planda gelmektedir. Bunda herhalde sanatın ortak bir dil olmasının önemli bir payı vardır. Bu arada bürokrat ve siyasetçi kimliği ile Özal’ın müstesna yerini belirtirken Mumcu’yu da unutmamak şarttır.

Türk halkı hayattayken ölümünden sonrakine benzer yüksek teveccüh göstermemekle beraber bu insanlara ölümüyle beraber yine gönülden sevginin kaynaklandığı üzüntüsüyle gözyaşı döküyor. İşin sırrı bunların önemli yerlerde veya önemli olmaları ise, bugün önemli yerlerde bulunan pek çok kimsenin de aynı sevgi sağanağına maruz kalmayacağını da görmemek zordur. Çetin Altan’ın ifadesiyle, önemli olmayan bazı değerli insanların da benzeri mazhariyete ulaşamadıkları da bir gerçektir. Öyleyse işin sırrı nerede?

Cemil Meriç’in ifadesiyle Türk aydını başka hülyalara dalmış trajik bir tiptir. Halk bu hakikatı “ben ne söylirem, tamburam ne söyliyir.” diye basitçe ifade etmektedir. Devşirilmiş ve yeniçerileştirilmiş, dolayısıyla sürekli kendi halkını vurmaya programlı okur-yazar taifemiz Manço gibilerini nasıl üretebilecektir? Sosyolog ve fikir erbabınca ifade edilen, devletmillet ayrılığını dünyadan kopuk aydınlarımızın gafleti ve kifayetsizlikleri, dünyadan kopuklukları sonucu olarak ortaya çıkan kavram anarşisi, ortak gönül ve fikir bağlarını sürekli zayıflatmakta, toplumda çağdaşlaşma, gelişme ve kalkınma çabalarını baltaladı ğı gibi köprüler sürekli atılmaktadır.

Kişiler ve kurumlar haklı olarak girdikleri çatışma ve gerilimleri ile Türkiye’yi basitleştirmekte ve sıradanlaştırmakta, haklı haksız ülkesine zarar vermektedirler. Cehenneme giden yolda iyi niyet taşları döşelidir. Fikrî ve sosyolojik temellerden yoksun siyasetle bürokratik yapılanmaların Türkiye Cumhuriyeti Devleti için en vahim sonucu iddiasız, hedefsiz kendine güvenini kaybetmiş, kompleksli ve dünyaya kapalı bir toplum yapısını ortaya çıkarmasıdır.

Böyle bir toplumda dünya çapında sanatçı, siyasetçi, ilim, fikir ve devlet adamı ortaya çıkamaz. Problem çözme yeteneğini kaybetmiş bir toplum, sesini dünyada duyuracak güçlü sözcülerinİ de üretemez, yetiştiremez.

İnsanını küçük görmeyen, halkını yargılamaya değil anlamaya çalışan, ideolojik katılıklar ve sapmalardan, dinsel ve laik karakterli yobazlıklardan uzak, komplekslerinden arınmış, doyumlarını sağlamış, Türk halkının beynine ve gönlüne aynı anda hitabedebilen rahmetli Manço; tükenmeye yüz tutan güçlü sözcülerimizden birisiydi. Uyduruktan değil gerçekten devlet ve millet sanatçısı ünvanıyla Japonya dahil ayak basmadığı yer kalmayan, dünyada Türk milletini temsil kabiliyetine haiz bir ferdiydi.

Her zaman itidali, ortayolu tercih eden, marjinalikleri herzaman bünyesinde bulundurmakla beraber bunlara hiçbir zaman prim vermeyen Türk toplumunun, kış günü beyaz giyen zürefanın düşkünü olmayacak ahenk ve kıvamdaki zerafetiyle ve beyefendiliğiyle gururdan, kibirden uzak müstesna bir ferdini kaybettik. Hiçbir zaman toplumumuzun telkin tablosunu bozmaya yönelik bir hareketi ve sözü olmadı. Kötüyü ibret alınsın gizli teşvik şeklindeki örnekleme adı altında primlendirmedi.

Ancak esas üzüleceğimiz ve ağlayacağımız husus rahmetli Manço’nun ölümünden çok, halkla kucaklaşmayı başarabilmiş, halkın gönlünde ve beyninde taht kurabilen, peşinden gitmeye değer, diline, gönlüne ve fikrine hem aşina hem ortak yeni Barış Mançoları, Turgut Özalları, Atatürkleri yetiştirecek ortamın, toplumsal iklimin sosyal sorumlukların tedricen yozlaşmasıdır. Kaybolmasından daha beter bir durumdur bu… Kaybolanın tekrar bulunması mümkündür ama cıvıklıktan, yozluktan vakar, asalet, şahsiyet ve karakter çıktığına tarih hiç şahit olmamıştır.