sayı 5-6

Ekonomik Özgürlük Kavramı

Barış Manço'yıu Düşünürken

Sinema

"Sivil özgürlük" süz "Siyasal Özgürlük"! Olur mu?

Bülbül

Kadın ve Taciz

Nefes alacağınız son oksijende tükenirken

Vahşetin Belgeseli

Ne Yapacağını Bilememek

Türkiyenin Konumu

Haymatlos

Yalancı Masumiyet

Hangi laiklik

E-Deneme


ANASAYFA

e@mail

 

KADIN VE TACİZ

Füsun Acuner

8 Mart Dünya Kadınlar Günüydü. Her yıl olduğu gibi dünyanın dört bir yanında kadınlar yine yollara dökülüp eylemler, yürüyüşler yaptılar, etkinlikler düzenlediler. Pankartlara yazılan, haykırılan ve istenen çok şey vardı. Kadınların sesi bu yıl 8 Mart’ta daha bir güçlü, daha bir hırslı çıktı.

Evet, her yıl aynı manzaralarla karşılaşıyoruz. Ama kimilerimiz bunları sadece 8 Mart’tan 8 Mart’a hiçbir şey ifade etmeksizin öylesine izliyoruz, öylesine dinliyoruz. Tüm yaşananlar 8 Mart’larda daha bir hırsla dile getirilmek istenirken onların gözlerindeki öfkeyi, seslerindeki özgürlük özlemini ve yüreklerindeki acıyı hissetmemek nasıl bir duyarsızlık, nasıl bir umursamazlıktır? “Benim için farketmez” diyerek veya “ Benim böyle sorunlarım hiç olmadı.” diyerek görmezlikten gelmek. Oysa fark etmediğini düşündüklerimiz diğerleri için öyle çok şeyi fark ettiriyor ki…

Kimileri doğuştan şanslıdır. Onların hiç böyle sorunları olmamıştır. Aşağılanmak, hor görülmek, dövülmek gibi. Hep iyi bir yaşamları olmuştur. Kimileri ise elindekilerle yetinir. Eşinin yeterince nazik olmadığını ve hatta bir çok kabalıklarına maruz kalır, ama kabullenir. “Buna da şükür, ya bana, çocuklarıma bakacak biri olmasaydı.” der. Dayağa maruz kalmak, aşağılanmak, insan gibi muamele görmemek. Bunların hepsini kabul ettiğinizi düşünelim ve belki de bunları hiç yaşamamışsınızdır ve bilirsiniz ki yaşamayacaksınız da.

Peki ya TACİZ? Tacizi yok kabul edebilir veya tacize uğramayacağınızı garanti edebilir misiniz? Her gün dünyada binlerce kadın çeşitli şekillerde tacize uğruyor ve yine binlercesi susuyor, korkuyor, utanıyor. Özellikle cinselliğin hâlâ tabu olduğu ülkemizde, buna bağlı olarak uğradıkları cinsel taciz veya tecavüzü gizleyen bir çok kadın var. Devlet baskısı, toplum baskısı, utanç duygusu, kirlenmiş görünmek, dışlanmak korkusu. Oysa, sustukça, gizledikçe o saplantılı ruhların yaptıklarını daha da teşvik etmiş, diğerlerine de aynı davranışları yapma cesaretini vermiş olmuyor muyuz? Onları daha da özgürleştirmiş, güçlendirmiş olmuyor muyuz? Ama asıl özgürleşmesi gereken, bunlara maruz kalan bizler değil miyiz?…

Cinsel tacize uğramış binlerce kadın arasında şikayet oranının veya tepkinin az olmasının altında, topluma yerleşmiş bir takım düşünceler yatıyor. Toplumun tepkisinden sakındıkları için ve ailelerinden tutun da çevrelerindeki herkesten görebileceklerini düşündükleri dışlanma korkusundan dolayı susmak ve hattâ bunu yapana kişisel tepki dahi gösterememek öyle yaygın ki. Cinsel tacizi ve hattâ tecavüzü bir suç olarak görmeyenler, kadına yapılan tacizde kadının da payı olduğunu düşünenler tahmin edilenden de fazla. “Mutlaka saldırgan kışkırtılmıştır.” “Kadınların dış görünüşü ve davranışları tacize sebep olur.” “Bazıları bunu hak eder.” şeklindeki birtakım söylemler kadınlarımızın neden sustuğuna birer örnektir. Sadece kırsal kesimlerdeki eğitimsiz kadınlar değil, sosyal yaşamda etkinliği olan kadınlar da susmayı tercih ediyorlar. Erkek egemen bir toplum olarak kadınların edilgen oluşu, toplumun erkeğe verdiği üstün değer, cinselliğe gösterilen tepki ve erkeğin cinselliği bir güç olarak görmesi, hem kadınlarımızın tepkisizliğine hem de saldırgan ruhların neden gün geçtikçe çoğaldığına açıklık getirmiyor mu?

Etrafınıza bir bakın, her gün yolda yürürken, evinize, işinize, okulunuza giderken, kadınlar, sözle dahi olsa devamlı olarak tacize uğramıyor mu? Sözler, hareketler ve kimi dokunuşlarla taciz edilmiyorlar mı? Bunlar çok yaygın. 10-15 yaşında çocuktan tutunda, 40-50 yaşındaki erkekler dahil bu tip tacizleri çok rahat, hiç utanmadan, sıkılmadan yapabiliyorlar. Bunlara artık çok normal, kabullenebilir olarak bakıyoruz. Oysa, bunları ne normal karşılamalıyız ne de kabullenmeliyiz. Bunları olağan karşıladıkça, bunlara tepki göstermedikçe de tacizin boyutu değişiyor, büyüyor ve sapıkça eğilimlere kadar ilerliyor.

Bizler erkek çocuklarımızı yetiştirirken dahi “Erkek adamdır, küfür de eder, laf da atar.” gibi söylemleri, yani aslında teşvikleri öyle çok kullanıyoruz ki, bu tip eğilimlerin toplumda yaygın olmasına bir nevi katkıda bulunuyoruz. “Erkek adam sert olur, kibarlık da neymiş?” diyerek erkeklerin, erkekliklerine bir güç, bir erkeklik simgesi ve kadın üzerindeki bir dayatma olarak görmelerine adeta ortam hazırlıyoruz. Ortaya çıkan saplantılı ruhların, sapık eğilimlerine göre kadını taciz etmek ve kadına tecavüz etmek olağanlık kazanıyor. Bırakın bunları, bu tür eğilimleri olmayanlar da kadının bunları hak ettiğini savunuyorlar. Sonuç ise çok hazin: Tüm bu iğrençliklerin normal karşılandığı bir toplum, korkan, susan, utanan kadın ve gün geçtikçe artan “Tacizci erkek adamlarımız”

Bazı kadınlar ırza geçilmeyi hak eder diyenler:

50 adli tıp uzmanının %4’ü
85 psikoloğun %6’sı
75 Psikiyatrisin %7’si
100 avukatın %10’u
75 stajyer hakim savcının %12’si
80 hakim savcının %17’si
100 polisin %33’ü

Kadınlar dış görünüş ve davranışlarıyla tecavüze yol açar diyenler:

85 psikoloğun %18’i
75 psikiyatrisin %27’si
305 hakim savcı avukatın %40’i
100 polisin %68’I
(yukarıdaki istatistikler 5 Ekim 1997 Milliyet gazetesindeki bir bölümden alınmıştır)