HAYMATLOS
Şerif Yıldız
Mensubiyet ve aidiyet fikri
büyüklerimizden tevârüs ettiğimiz en büyük adetimiz. Ve bu mirası çocuklarımıza
bırakacağımız kesin, çünkü elimizde olan bu, başka bir şey verilmedi ki. Aslında
biz de başka şeylerin sevdasında değildik, elimizde olandan başka bir şey istemek
hep ayıptı. Ayıplanmamak için bunlarla beraber bir ömür geçiriyoruz.
Ne zaman kendimiz için bir şeyler
istesek “ya diğerleri?..” diye sesler yükseliyor ve olan da hep bize oluyor. İyilik
sever ve merhametli olmak, adanmışlık en büyük meziyet ve ne zaman “Ben ne
olacağım?” diye sorsak “Senin mutluluğun diğerleriyle beraber.” deniyor bize.
Korkutulmuştuk çocukken öcülerle ve
çalıp gidecek olan çingenelerle, onun için hep bir yerde ve bir yerlere bağlı
kalarak, sürüden ayrılmadan sürdürdük hayatımız; ya da hayatlarımızı. Çünkü
sürüde kimsenin kendine ait bir hayatı yoktu. Paylaşıyorduk neyimiz varsa ve geriye
bir şey bırakmıyorduk kendimize ait.
Diğerlerinin eğilmesi kendinin daha da
alçalması gerekiyordu, başka türlüsü isyandı. Adanmak gerekiyordu varlığını
hissedemediğimiz toplum aile denen yeni İLAH'a. Yalnız mekân değildi paylaşılan,
ruhlarımız da ortaktı ve birbirimizin ruhundan besleniyorduk.
Ve kutsanıyordu hayatlarımız
başkalarının taşıdığı sularla, vaftiz oluyorduk bilinmeyen bir papazin ellerinde;
ve vaftiz olurken bile çıplak değildik. Severken bile giyiniyoruz en örtülü
giysileri, kendimize bile aynada çıplak bakamıyoruz. Hep yalanlarla aldatıyor ve
aldanıyoruz. Kendi gerçeğimize bile bu uzaklığımız asla yaklaştırmıyor bizi
hayata, hep kaçak yaşıyoruz kimliği olmayan bir göçmen gibi.
Yalnız kalamazdık, yalnızlık
korkunçtu, yalnız uyurken bile yastığı paylaşmalıydık ömrümüzün sonuna kadar
başka biriyle. Kışın buzlu suda yüzmek kadar garipti kendine yetebilmek ve bir o
kadar cesaretti. Bizse cesaretimizi yani her şeyimizi yitirmiştik. Küstahlıktı toplum
denen o yeni kutsalın yüzüne tükürmek. Korkunun koynunda uyuyup rüyalarımızda dahi
yalnız sokağa çıkamayız. Mutlaka kalabalık caddelerde yürüyerek kapatmalıyız
yalnızlığımızı, önemsizliğimizi. Oysa caddelerde bir posta kutusu gibi sadece
dekoruz. Kendi hayatımızda yaşayıp ölüyoruz ve toplu mezarlara gömülüyoruz.
Mezarımız bile herkesin yanıbaşındaydı. Yaşarken anıt gibi yaşa madık ölürken
de anıtmezarımız olamayacak. Yerin altını ve üstünü paylaşıyoruz ve amellerimiz
başkasına yapılan hizmetler kadar. Ama kendine bir şey vermemiş olan yoksul bir adam
başkasına ne verebilir ki? Büyük koleksiyonlar yapıyoruz, biriktiriyoruz
başkalarının düşlerini. Çünkü yaratamayan eller ancak başkalarının eserlerini
toplar ve herkes görebilsin diye büyük bir sergi kurar, kolay kolay da satamaz bu
eserleri. çünkü bilir ki onlar, hiç bir zaman onun olmamıştır.ü