TÜRKİYE'DE
KÜLTÜR DİKTASI
Resul TURA
Kültür ve toplum. Bu iki kavram her
zaman içiçe olmuş, birbirlerini oluşturmuş ve geliştirmişlerdir. İnsanların,
birarada yaşamaya başlamaları toplumun oluşum sürecini başlatmış, bu süreç,
insanları birarada tutacak, birlikteliğin ruhuna uygun nesiller yetiştirecek,
ilişkileri düzenleyecek birtakım kural ve normlara ihtiyaç olduğu gerçeğini
beraberinde getirmiştir. İnsanların, kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla da
olsa oluşturdukları kültür, buna karşılık toplumu oluşturan bireyleri kenetlemiş,
toplumun sürekliliğini sağlamıştır. Kültürle toplum arasındaki bu sıkı
ilişkiyi Bozkurt Güvenç tek cümleyle özetlemiştir: "Kültür, bir
toplumun kendisidir."
Bu ilişki düzeyinin bütün toplumlarda
bu kadar sıkı olup olmadığı tartışılabilir. Özellikle de Türkiye ve benzeri
yönetim anlayışlarının hakim olduğu toplumlarda. Türk kültür hayatında, bireyin
oluşturduğu, bireyin ihtiyaç ve güvenliğini sağlamakla görevli devletle bireyin
kendisi arasında tam bir çatışma sözkonusu. Cumhuriyetin ilanıyla başlayan
devletçilik politikası ve onun doğal sonucu olan "Halka rağmen, halk için"
felsefesi bu çatışmayı günümüze kadar getirmiş durumda. Bireyin meydana
getirdiği, ayakta tuttuğu, vergileriyle beslediği devlet, topladığı bu vergilerini o
bireye Batı kültürünü ve resmi ideolojiyi empoze etmek için kullanmakta.
Kültür Bakanlığı ve onun alt
kuruluşları, giderleri halk tarafından karşılandığı halde halktan akla kara kadar
farklı. Devlet Opera ve Balesi, Devlet Senfoni Orkestrası vb. kuruluşların Türk
toplumu ve kültüründen ne kadar uzak olduğu tartışmasız bir gerçek. Ancak tüm bu
olumsuzluklardan bu kuruluşların olmaması gerektiği anlamı çıkarılmamalı. Bu
sanat alanlarına ilgi duyan, bunları hobi derecesinde seven insanların olduğu
muhakkak. Tartışılan nokta bu kuruluşların olması veya olmaması değil, finansman
kaynakları. Bir kişinin hizmet almadan o hizmetin ücretini ödemesi beklenemeyeceği
gibi Türk toplumunu oluşturan bireylerin de kendisine hitap ve hizmet etmeyen sanatsal
faaliyetleri finanse etmesi beklenemez. Bu faaliyetlerin giderlerini bu alanlara ilgi
duyan kişiler karşılamalı. Bu da ancak bu kuruluşların özelleştirilmesi ile
mümkün. Bunları kendi kişisel ilgi ve zevkleri doğrultusunda satın alan kişiler
kar amacıyla da olsa bu kuruluşların faaliyet alanlarını ve hizmet kalitelerini
geliştirecekler, bu da sanatın ilerlemesini pozitif ivme kazandıracaktır.
Devletin, kültürle bu kadar abartılı
ilişkisi sadece halk açısından değil, sanat açısından da negatif özellikler
taşımakta. Devlet sanatçısının, o devletin resmi ideolojisiyle ters düşemeyeceği,
bu yüzden tüm yeteneğini sanatına yansıtamayacağı kesin. Devlet sanatçısı,
yetenek ve ilkelerine ters düşse bile devletin belirlenmiş amaçları doğrultusunda
hareket edebilir. Bu eli kolu bağlanmışlığın doğal sonucu da tabii ki verimsizlik
ve kalitesizlik.
Gerek sanatın gelişmesi ve gerekse
halktan toplanan paraların o halka belli kültür ve ideolojileri dikte etmekte
kullanılmaması için Kültür Bakanlığı'nın faaliyetlerine son verilmesi, alt
kuruluşlarının da özelleştirilmesi şart. Bu da ancak liberal demokrat
iktidarların yapabileceği bir iş.