sayı 1 

Yeni Manzaralar

Her Demokrasiye Bir Amistad

Manifesto için Yan Söz

Söyleşi-Babür Benderlioğlu

İdeoloji Para ve Eğitim

Türkiye'de Sürdürülebilir
Kalkınma


KKTC ve Kumarhaneler


Patron, Piyasa ve Birey

Türkiye'de Kültür Diktası

Alternatif Enerji Kaynakları

Tembelleşen Kurumlarımız

Fiyat Mekanizmasının Erdemi

ANASAYFA

e@mail

 

TÜRKİYE'DE KÜLTÜR DİKTASI

Resul TURA

Kültür ve toplum. Bu iki kavram her zaman içiçe olmuş, birbirlerini oluşturmuş ve geliştirmişlerdir. İnsanların, birarada yaşamaya başlamaları toplumun oluşum sürecini başlatmış, bu süreç, insanları birarada tutacak, birlikteliğin ruhuna uygun nesiller yetiştirecek, ilişkileri düzenleyecek birtakım kural ve normlara ihtiyaç olduğu gerçeğini beraberinde getirmiştir. İnsanların, kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla da olsa oluşturdukları kültür, buna karşılık toplumu oluşturan bireyleri kenetlemiş, toplumun sürekliliğini sağlamıştır. Kültürle toplum arasındaki bu sıkı ilişkiyi Bozkurt Güvenç tek cümleyle özetlemiştir: "Kültür, bir toplumun kendisidir."

Bu ilişki düzeyinin bütün toplumlarda bu kadar sıkı olup olmadığı tartışılabilir. Özellikle de Türkiye ve benzeri yönetim anlayışlarının hakim olduğu toplumlarda. Türk kültür hayatında, bireyin oluşturduğu, bireyin ihtiyaç ve güvenliğini sağlamakla görevli devletle bireyin kendisi arasında tam bir çatışma sözkonusu. Cumhuriyetin ilanıyla başlayan devletçilik politikası ve onun doğal sonucu olan "Halka rağmen, halk için" felsefesi bu çatışmayı günümüze kadar getirmiş durumda. Bireyin meydana getirdiği, ayakta tuttuğu, vergileriyle beslediği devlet, topladığı bu vergilerini o bireye Batı kültürünü ve resmi ideolojiyi empoze etmek için kullanmakta.

Kültür Bakanlığı ve onun alt kuruluşları, giderleri halk tarafından karşılandığı halde halktan akla kara kadar farklı. Devlet Opera ve Balesi, Devlet Senfoni Orkestrası vb. kuruluşların Türk toplumu ve kültüründen ne kadar uzak olduğu tartışmasız bir gerçek. Ancak tüm bu olumsuzluklardan bu kuruluşların olmaması gerektiği anlamı çıkarılmamalı. Bu sanat alanlarına ilgi duyan, bunları hobi derecesinde seven insanların olduğu muhakkak. Tartışılan nokta bu kuruluşların olması veya olmaması değil, finansman kaynakları. Bir kişinin hizmet almadan o hizmetin ücretini ödemesi beklenemeyeceği gibi Türk toplumunu oluşturan bireylerin de kendisine hitap ve hizmet etmeyen sanatsal faaliyetleri finanse etmesi beklenemez. Bu faaliyetlerin giderlerini bu alanlara ilgi duyan kişiler karşılamalı. Bu da ancak bu kuruluşların özelleştirilmesi ile mümkün. Bunları kendi kişisel ilgi ve zevkleri doğrultusunda satın alan kişiler kar amacıyla da olsa bu kuruluşların faaliyet alanlarını ve hizmet kalitelerini geliştirecekler, bu da sanatın ilerlemesini pozitif ivme kazandıracaktır.

Devletin, kültürle bu kadar abartılı ilişkisi sadece halk açısından değil, sanat açısından da negatif özellikler taşımakta. Devlet sanatçısının, o devletin resmi ideolojisiyle ters düşemeyeceği, bu yüzden tüm yeteneğini sanatına yansıtamayacağı kesin. Devlet sanatçısı, yetenek ve ilkelerine ters düşse bile devletin belirlenmiş amaçları doğrultusunda hareket edebilir. Bu eli kolu bağlanmışlığın doğal sonucu da tabii ki verimsizlik ve kalitesizlik.

Gerek sanatın gelişmesi ve gerekse halktan toplanan paraların o halka belli kültür ve ideolojileri dikte etmekte kullanılmaması için Kültür Bakanlığı'nın faaliyetlerine son verilmesi, alt kuruluşlarının da özelleştirilmesi şart. Bu da ancak liberal demokrat iktidarların yapabileceği bir iş.