Türkiye'de
Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevrecilik
Arınç YABANOĞLU
Uzun yıllardır, Türkiye'de ve dünyada
çevrecilik, sürdürülebilir kalkınma (sustainable development) ve sanayileşme
üçgeni üzerine birçok şey yazıldı ve yine bu konu üzerine, başta Türkiye gibi
azgelişmiş ülkelerde olmak üzere, birçok projeler hayata geçirilmeye çalışıldı.
Toplumun çeşitli kesimleri tarafından karşı konuldu. Peki sürdürülebilir
kalkınma ve çevrecilik nedir, ne değildir?
Her şeyden önce bu yazının başında
belirtmek isterim ki, çevrecilik, çevreciler ve green peace örgütü ile çevre
mühendisliği mesleğini ve disiplinini birbirine karıştırmamak gerekir.
Türkiye'de birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da profesyonel bir yaklaşım ve
değerlendirme ne yazık ki popülist yaklaşımlar yüzünden mümkün olamıyor.
Dünyanın sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerinin bu yüzyılın başında tamamlamış
oldukları sanayileşme, beraberinde birtakım çevre sorunlarını da birlikte
getirmiştir. Geçmişi hayli kısa olan çevre bilinci ve çevre mühendisliği, bu
sorunların aşılması için şüphesiz büyük bir önem taşımaktadır.
Sanayileşmeyle birlikte gelişen
bugünkü anlamda modern şehircilik ve çevre düzenlemeleri, başta evsel atıklar olmak
üzere sanayi atıklarının ne olacağı, nasıl ortadan kaldırılacağı ve eğer
ortadan kaldırılamaz ise de (teorik olarak mümkün ise de pratik olarak mümkün
olmayan veya çok fazla zaman ve para gerektiren, örneğin plastik ve radyoaktif atıklar)
nasıl değerlendirileceği ve geri dönüşümün nasıl sağlanacağı sorularını
gündeme getirmiştir. Türkiye'de bu konudaki ilk ciddi çalışmalar 1960'lara
dayanır. Orta Doğu Teknik Üniversitesinde 1965'te temeli atılan ve 1967'de lisans
düzeyinde eğitim vermeye başlayan ve daha önceki uygulamalarda olduğu gibi sadece su
ve atık su arıtımı ve temini ile ilgili değil, genel anlamda bir Sağlık
Mühendisliği olan ve İnşaat Mühendisliğinin bir dalı olmaktan daha ziyade kendi
başına bir disiplin olan Çevre Mühendisliği Ocak 1973'te faaliyete başlamıştır.
Bu mühendisliğin birinci hedefi, tüm dünyanın 1950’lerde tanımını ortaya
koyduğu ve o zamandan bu yana uygulamakta olduğu sürdürülebilir kalkınmanın
Türkiye'de de sağlanabilmesidir.
Sürdürülebilir kalkınma, çok
basit anlamda kalkınmanın sağlıklı bir biçimde sağlanabilmesi için kaynakların,
kullanıcılar tarafından, ki bu bugünün gelişmiş ülkelerinde genellikle özel
sektördür, planlı bir biçimde yönlendirilmesi ve kullanılmasıdır. Buradaki
"planlı" sözcüğünden kasıt devletçi ekonomilerde yapıla geldiği
gibi merkezi bir otorite tarafından yapılan kaynak planlaması, daha doğrusu
kaynakların çeşitli çıkar grupları tarafından paylaşımı değil, fakat
özel sektörün kendi gelişimi yönünde, kaynakları yerinde yönetim ve enformasyon
ile kullanmasıdır. Her ne kadar çevre ile ilgili birtakım yatırımların kamu malı
kapsamına girmesine engel olunamıyor ise de (örneğin atık su arıtma ve çöp
depolama ayrıştırma tesisleri), bunların dışında kalan birtakım kamu
yatırımlarının özel sektöre devri bugün için artık mümkündür.
Buna en güzel örnek, su arıtma ve
dağıtım sistemlerinin (yap-işlet-devret) metoduyla yapılması ve işletilmesidir.
Bugün birçok belediye, gerek il ve
gerekse ilçe belediyesi olsun, bu yatırımları kendi imkanlarıyla yapmaya
çalışıyorlar ve sonuçta yeterli kaynak ayıramadıkları için devletin değişik
kurumlarından kaynak aktarımı yapılmasını istiyorlar (örneğin DPT ve İller
Bankası). Fakat bu tesislerin müteahhit firmalar tarafından yapılması ve belirli bir
süre için işletilmesi durumunda hem devletin bu iş için kaynak ayırması
gerekmeyecektir, hem de özel sektörün bu gibi alanlarda yatırım yapması teşvik
edilmiş olacaktır. Eğer bu yatırımların yapılması özel sektör açısından
karlı ve rantabl değilse yerel yönetimler ve halk bir şekilde su teminini giderme
yoluna gideceklerdir. Bu yollardan en önemlisi kırsal alanda ve nüfusu 1000 ila 5000
civarında olan ilçelerde uygulanan kuyu açma ve sarnıç inşa etmektir. Bu yolla hem
100-200 litre/saniye gibi küçük debiler için 0.5-1.5 metreküp/saniye su işleyen
tesisler yapılmamış olur hem de bu tesislerin yapımı için ayrılacak kaynaklar çok
daha verimli alanlara yatırılabilir. Yukarıda da belirttiğim bazı kamu
yatırımlarının özel sektör tarafından olmasa bile yerel bazı oluşumlar
tarafından (Örneğin yatırım şirketleri ve kooperatifler) yapılması ve işletilmesi
de bugünün Türkiyesinde artık uygulanabilen bir metottur. Güneyde birçok
tatil merkezinde, örneğin Belek'te, tatil köylerinden ve otellerden kaynaklanan atık
sular bir arıtma sürecinden sonra tekrar bu tesisler tarafından değişik amaçlarla
kullanılmaktadır. Bugün bu yöntemde artan bir biçimde trend oluşmaktadır ve bu her
geçen gün teknolojinin gelişmesiyle birlikte daha fazla cazibe ve çekim alanı
yaratmaktadır. Bu yönde atılmış her adım sürdürülebilir kalkınma
yönünde bir adım olacaktır.
Günümüz Türkiyesinde, çevre
mühendsiliği alanında herhangi bir profesyonel yaklaşımı, deneyimi ve bilgisi
bulunmayan, en önemlisi bazı idelolojiler çerçevesinde olaylara yaklaşmasına
rağmen, bilimsel birtakım yaklaşımlarda bulunduklarını iddia eden, çevre
sorunlarının insanın bulunduğu her yerde ortaya çıkabileceğini kabul etmeyip, her
konuda olduğu gibi bu konuda da kapitalizmin bir direkt etkisi bulunduğunu savunan ve
kendilerine çevreciler, green peace, diğer bazı etkileyici ve de içi boş
isimler bulan birtakım gruplar ne yazık ki çevre sorunlarının üzerine, kanaatlerin
aksine, yeterince ciddi ve etkileyici bir biçimde gidilmesini engellemektedirler.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de
de sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi, devam ettirilebilmesi ve çevre
sorunlarının sadece bazı grupların tekelinde olmadığını gösterebilmek için özel
sektöre çok büyük sorumluluklar ve görevler düşmektedir. Umarım devletin
yetkili kurum ve kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları, bilinçli vatandaşlar bu
konuya gereken önemi verirler ve diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da geç
kalınmaz. |