sayı 9

Megaloman Bürokrasi

Yüz Yaşına Giren Fotoğraf Makinesi

Mazide Kalamayanlar

Hayvanlar Alemine Liberal Bir Bakış

Büyük Birader Elektronik Postanızı Okumak İstiyor

Sözde Demokrasi

Bir Dünya Cenneti Hayali

Ayn Rand

Totaliterizm "Hayvan Çiftliği" ve Biz

Şahit


ANASAYFA

e@mail

 

MAZİDE KALAMAYANLAR

Berat ÇENET

Nerede, ne zaman ve nasıl olacağı bilinmeyen, maddeyle birlikte ruhu da acıtan bir yıkım; ne ayrılık, ne ihanet, ne ölüm! Baş edilemeyen bir yıkım!

Kim bilir ne hayâller kuruluyordu, kim bilir ne acılar yaşanıyordu o gece ? Ta ki bütün acıları alt eden, bütün hayâlleri yıkan o ana kadar.

O an emin olduğum tek şey vardı; kimse kendini düşünmüyordu. Yaptığım ilk şey etrafımdaki insanların nasıl olduklarına bakmaktı. O sırada onlar da beni arıyordu. Öyle çığlıklar yükseliyordu ki, sadece çığlıklar bir insanın çökmesi için yeterliydi. Dakikalarca kalkmayan, adeta şehri yutan bir toz bulutu ve bu toz bulutu içinde yakınlarını arayan insanlar. Yardım isteyenler, yardım etmeye çalışanlar ve edilemeyen yardımlar. Beton yığınları insan gücüyle nasıl kalkardı? Nitekim günlerce de kalkmadı. Telefona sarıldım, birkaç kişiye ulaşabildim. Sağ olduklarını öğrendim ve biraz rahatladım. İlk onbeş dakikadan sonra telefonlar çalışmadı. Ulaşamadığım insanların sayısı zihnimde dağ gibi büyüyor, büyüdükçe ben eriyordum.

Burada kimleri kaybettiğimden, kaç insanın öldüğünden, kaçının yaralandığından bahsetmeyeceğim. İnsanlar televizyonlarda yeteri kadar bu haberleri dinlediler. Her ne kadar yanlış ve eksik olsa da!

Televizyonlarda “Acınızı paylaşıyoruz”, “Kimse aç ve açıkta kalmayacak” gibi açıklamalar yapılıyordu. Bu sözlere hiç yabancı değildim. Sanki bir filmi tekrar izliyordum. Bu sözleri daha önce de duymuştum. Kelimesi kelimesine, harfi harfine aynıydı. Çünkü 15-20 yıl önce bu sözleri söyleyenlerle şimdi söyleyenler aynı insanlardı.

Güzel olan, insanlar her şeyin farkındaydı ve akın akın yardıma koşuyorlardı mağdur durumdaki insanlara. Daha doğrusu koşmaya çalışıyorlardı. Çünkü götürülen yardımlar, organizasyon bozukluğundan gerekli yerlere iletilemiyordu. İnsanlar kendi elleriyle dağıtmak istiyordu getirdiklerini, ama buna izin verilmiyordu. Bunu anlamak, bir mana vermek güçtü. Etrafıma bakıyordum, günlerce hiçbir şey yememiş insanlar görüyordum ve şehir girişinde durdurulan, tonlarca gıda maddesi taşıyan araçlar. Birbirlerine kavuşmak için ne Mecnun gibi çölleri aşmaları ne de Kerem gibi dağları delmeleri gerekiyordu. Arada sadece ve sadece bir güvenlik koridoru vardı. Ne yardımı getirenler ne de yardıma muhtaç olanlar bu işi çözebilmişti. Devlet yardıma ‘koşuyor’ muydu, yoksa ‘emekliyor’ muydu? Merkeziyetçiliğin cezasını çeken “halk”tı.

Aradan altı ay geçti. Vaktinde açılamayan okulum (Sakarya Üniversitesi) 28 şubatta açılacaktı. Ama nasıl? 22.000’ in üzerinde öğrenciye sahip bir okul bu kadar öğrenciyi nerede barındıracaktı? Sokakları dolaştığımda hâlâ çadırlarda, kendi yaptıkları barakalarda kalan insanlar görüyordum. O çadırlarda iki ay da ben kalmıştım. Bazı insanlar ise hasarlı olmalarına rağmen evlerine giriyordu.

Gölcük, Yalova, Çınarcık ve diğer yerler...Hepsini teker teker dolaştım. Ama Sakarya’daki ‘fiziksel’, ‘sosyal’ ve ‘ekonomik’ yıkım diğer bölgelerden çok daha fazlaydı. Şehir her şeyiyle yok olmuştu.

Nihayetinde yıkık bir şehir, yıkık insanlar, ve yıllarca onarılamayacak yaralar.

İnsanların çabalarını gördüm, yardım etme arzularını; yardımları. Hiçbir güç zorlamıyordu onları yardım etmeleri için. Tamamen ‘kendi’ kararlarıyla yola çıkmışlardı. Hür iradelerine dayanarak bir karar almışlar ve yola koyulmuşlardı, engelleneceklerini bile bile. Buna hiç yabancı değillerdi aslında, çünkü hür irade daha önceleri de defalarca engellenmişti.

Bütün bu olanlardan sonra kendime çeşitli sorular soruyor ve cevaplarını arıyordum. Yetki ve sorumlulukları daraltılmış bir merkez, yetki ve sorumlulukları ve bu doğrultuda kaynakları artırılmış yerel yönetimler ile bir çok problem kolayca çözülebilirdi. Halk bunun farkındaydı, peki ya bizleri yönetenler? Bana göre halk liberalizme hazır gibi görünüyordu. Ama devlet için aynı şeyleri düşünmem mümkün bile değildi.