İbn Haldun
Oğuz ÇETİN
Cemil Meriç onu 'semasında tek yıldız
ne öncüsü var ne devamcısı. Mukaddime, çağları aydınlatan bir fecir; girdapları,
mağraları, zirveleriyle 'diyerek anlatıyor. Toynbee onun için 'mukaddimedi'ki
tarih felsefesi, nev'inin en büyük eseri. Şimdiye kadar hiç bir ülkede hiç bir
çağda hiç bir insan zekası böyle bir eser yaratmamıştır' diyor. Peki Kim bu zat?
İbn Haldun 1332'de Tunus'da doğdu.
Eğitimini teoloji, hukuk, doğa bilimleri, felsefe, mantık konularında yaptı.
Önceleri Endülüse göç etmiş olmasına rağmen daha sonraları İspanyolların
tazyiki ile tekrar Tunusa döndü. Hayatının büyük bir kısmında siyasetle içli
dışlı oldu, bir çok siyasi görev kendisine verildi. Siyaseti bir ilim adamı
gözüyle görmeye başlayan ve mesleğini aldığı eğitimle perçinleyen İbn Haldun
eserlerinde devrinin büyük düşünürleri dışında bir alanla ilgileniyor. Hatta daha
öncesi olmayan bir ilim dalının tohumlarını kendisi atıyor. Tarih felsefesi ve
sosyoloji. Eserlerinin tamamı; "Tarih" inin (kitab el-iber) birinci kitabı ve
'giriş' I (mukaddime) MUKADDİME olarak bilinir.
Temel hareket noktası tarih olan İbn
Haldun tarihi olayların şu veya bu şekilde oluşmasının sadece Allah'ın bir iradesi
olarak izah edildiği bir dönemde , olaylar arasında sabit sebep-netice ilişkilerinin
olması gerektiğini savunmuş ve bunu bilimsel metodlarla açıklamaya çalışmıştır.
Metodolojisinin temel dayanak noktası
tarih olmuştur. Tarihi bugünkü sosyal zeminin oluşmasında rol oynayan başlıca
kaynak olarak görüyor. İki tip içerisinde tarihciliği inceliyor. Batini ve Zahiri.
Batini tarihçilik olayın oluşumunda etkili olan etkenlerin temelinde yer alan
rasyonel sebeplerin sebep netice ilişkisinin bulabilmek üzere yapılan tarihçilik, yani
batini tarihçi olayları o devirde yaşanan toplumsal ve geleneksel yapısıyla mukayese
ettikden sonra meydana gelmiş sayabilir. Zahiri tarihçi ise sadece tarihi
olayları hikaye eder.
Tarihi olayları mukayese edecek olan
kişi toplumsal yapıyı, medeniyeti, o toplumun oluşturduğu tüm değerleri (hukuk,
adetler, inançlar...) yani İbn Haldunun tabiriyle Umranı bilmelidir.
Umranı açıklayan temel kavram ASABİYET.
İnsan diğer yaratılanlara göre en savunmasız varlıktır. Temel olarak güvenlik
sorunu ve ihtiyaçlarını yalnız karşılıyamadığı için beraber yaşamak tabii ve
zaruridir. Ama beraber yaşamaları için belirli müeyyidelerin olması gerekir. Bu
müeyyidelerin kaynağı ya iradesini topluluğa karşı kabul ettiren bir ferttir yahut
asabiyet yani içtimai tesanüddür. Ortak yaşam devletin varolmasını meşru kılar.
Temelde asabiyetin kaynağı akrabalıkdır fakat bu toplumdan topluma ve zamandan zamana
değişmektedir. Umranın iki aşaması vardır. Bedevilik ve Hederilik. Bedevilik
çöl hayatını, güçlü akrabalık ilişkilerini, dayanışmayı temsil eder
umranın ilk safhasıdır. Hederiye, kent yaşamı ve asabiyetin çözülmeye
başladığı, paylaşılan otoritenin daralarak monarşik bir yapının meydana gelmeye
başladığı bir safhadır. Devletin kurulma safhası bedevilik kökleşdiği safha
hederiliktir. Devlet kökleştikçede tesanüd azalır. Devletin kent yaşamınıdaki
oluşumunda artık refah ve lüks başlar, bunun asabiyete etkisi çözücü olmasıdır.
Artık yöneticiler iktidarı mutlaklaştırma ve kutsallaştırma safhasına girer.
Yöneticiler artık bu amaca ulaşmak için kendilerine bağlı kişileri kayırmaya ve
etrafına toplamaya başlar. Beraberinde yöneticilerin israfı ve vurdumduymazlığı, gelir-gider
dengesini açar, yöneticiler de bu dengeyi tekrar kurmak için daha fazla vergi
alırlar ve halkı yoksullaştırırlar, böylece çöküş yakındır
geciktirilebilir ama kaçılamaz.
İbn Haldunun ilginç tesbitlerinden
birisi de coğrafyanın insanlar ve toplumlar üzerindeki etkisini incelemiş olmasıdır.
İnsanları farklılaştıran çevreleridir. Soğuk iklimlerde zeka daha hudutlu, sanatlar
daha az gelişmiş, sıcak iklimlerde tembellik ve sıkıntı hakimdir, ılıman
iklimlerde ise sanat daha gelişmiş büyük hanedanlıklar kurulmuştur.
İktisat konusundaki fikirleri de dikkate
değer. Umranın ilk aşamasında zenginliğin kaynağı ticaret değil üretimdir
der. Nüfus ve refah konusunda ilişkiler karmaşıktır. Nüfus arttıkça talep de
artar, talep üretimi kamçılar. Ve böylece zenginleşme iş bölümünü meydana
getirir. Lakin nüfus arttıkça servet artar ama bir yere kadar belli bir seviyeden sonra
nüfus artışı lüks ihtiyaçlarla çelişir, devlet daha fazla vergi koyar,
zanaatkarlar ezilir. İlginç bir tesbit daha; Medeniyet ilerledikce ziraatın nisbi
önemi azalır, hizmet sektörü gelişerek ticaret önem kazanır.
İbn Haldun dil öğrenmeye çalışanlar
için de öğütte bulunmakta ve gramere çalışmaktan çok konuşmayı, okumayı,
parçaları ezberlemeyi tavsiye etmektedir.
İbn Haldun Birçok batılı yazar
tarafından sosyolojinin kurucusu olarak tanınır Nitekim İbn Haldunun fikirlerini bir
çok batılı yazarda görebilmekteyiz. İbn Haldunun coğrafi ve ekonomik determinizim
görüşü ile Montesquieu'yu ve Marx'ı hatırlattığı, şehir ve uygar yaşamın insan
ahlakını bozduğu görüşü ile Rousseau'yu anımsattığı, Machiavelli'ye öncülük
ettiği, hukuk anlayışı ile Hobbes ve Hegel'i anımsattığı, ırk anlayışı ile
Gobineau'ya öncülük ettiği söylenir. |