Ahlakın Biyolojik Temelleri
Dr. Cüneyt ÜLSEVER
Biz "irticanın" en büyük
tehlike olup olmadığını, ibadetin Türkçe mi, Arapça mı yapılacağını, gusul
abdestinin yararlarını! Tartışır, Müslümanın mütediyenini, mürteciden ayırt
etmek için "kafaların içini okuma teknikleri" keşfeder, tesettürlü
öğrencilerimizi Üniversite kapılarından kovarken bakın "dünya" nelerle
uğraşıyor: "Dinin genetik temelleri"!
Edward O. Wilson adlı bir doğa bilimci
"Atlantic Monthly" dergisinin Nisan 1998 sayısında yayınlanan "Ahlakın
Biyolojik Temelleri" (The Biological Basis of Morality) başlıklı makalesinde dinin
sadece sosyal hayata ait bir olgu almadığını, aynı zamanda genlerimizde (biyolojik
yapımızda) yerleşik bir "gerçek" olduğunu idda ediyor.
Newsweek'in 6 Temuz 1998 tarihli
nüshası da Wilson'un bu iddasını sorgulayan iki araştırmaya yer vermiş. Bütün
fırtına Wilson'un yukarıda zikredilen makalenin devamı olan ve yeni yayınlanan "Birlikte
Zıplama (Consilince): Bilginin Birlikteliği" (Knopf Yayınevi) adlı kitabın
etrafında kopuyor.
Edward O. Wilson Harvard Üniversitesi
-Mukayeseli Zooloji Müzesi'nde çalışıyor. Ömrünün karıncaların hayatını
incelemeye adadıktan sonra bilim dünyasında belki de bir dönemeç oluşturacak bir
tezle ortaya çıkıyor.
"Tüm bilimler parçalanmaz bir
bütündür"!
Ona Göre fizik, biyoloji, kimya
bilmeyen bir sosyal bilimcinin araştırdığı "sosyal olguları" çözmesi
mümkün değil.
Haklı çıkarsa cari bilimsel metodoloji
alt üst olacak!
Wilson, insanlığın temel
tartışmalarından birisine, "insan hakları, adalet gibi ahlaki prensiplerin
insanlardan bağımsızmı olduğu, yoksa bir insanlık buluşu mu olduğu
tartışmasına" parmak basıyor.
"Ahlaki değerler"
insanlardan bağımsız iseler "aşkın" -insan aklından üstün- bir yere
(Allah-tabiat güçleri)aitler, eğer insanlık buluşu iseler, bunun böyle olduğu
"amprik gözlemle" izlenebilir.
Bu tartışma çok önemli, zira dinin
önemi, ahlaki düşüncenin yeri bu tartışma ile daha iyi tayin edilebilir.
Wilson ahlaki düşüncenin "doğal
bilimleirn" kendiliğinden iç içe geçmesinde-birlikteliğinden- doğduğunu idda
ediyor.
Ona göre tüm "sosyal olgular"
ancak sinir sisteminin anlaşılması ile kavranabilir. Sinir sistemi de genetik bilimi,
genetik bilimi de biokimya ile çözülüyor. Böylece de herşey fizik bilmine
indirgeniyor.
Bu bakış açısı ile Wilson ahlaki
değerlerin "bağımsız" olduğunu-Allah'dan gelseler de, gelmeseler de-, ancak
sadece insanlığa ait olduğunu-Allah var olsa da, olmasa da, idda ediyor.
Wilson Allah'ın varlığını inkar
etmeden ahlaki değerlerin "aşkın" değerler olduğunu inkar ediyor! Daha
doğrusu "aşkın" alanın genlerimize kadar işlediğini idda ediyor.
Bu yaklaşıma göre "Tanrı
tanır" veya tanrı tanımaz" (dinila'dini) tüm "ahlakçılar" ahlaka
doğa bilimlerinden bağımsız, "aşkın" bir değer verdikleri için yanılgı
içindeler.
St.Thomas, Abraham Lincoln, Martin Luther
King, İmmuanel Kant, G.E.Moore, John Rawles gibi "ahlak" ile ilgilenen tüm
klasik veya çağdaş "sosyal bilimciler" eşitlik, adalet, ahlak, namus gibi
değerlere, ister "ilahi", ister "tabii" anlam yüklesinler, hepsi
ortak bir noktada birleşiyorlar:
Onlara göre "ahlaki değerler"
dini de olsa, laik de olsa "aşkın"-insan aklından üstün- bir yere sahipler.
Bu alanda amprik gözleme yer veren
bilimciler ise Aristotle, David Hume ve Charles Darwin!
Wilson'a Göre Kant, Moore, Rawls biyoloji
ve deneysel psikoloji bilselerdi, farklı sonuçlara varırlardı!
Ampirisistler (gözlemciler) ahlaki
kuralların "biyoloji" ve "kültür" arasındaki
karşılıklı etkileşim sonucu bir "evrimsel gelişme" sonucu ortaya
çıktığını kabul ediyor.
"İçgüdüler"-aklın
gelişimindeki katılım- sal tarafgirlikler- duygusal yüklenimlerle beraber olayları
kavramamızı, değerlendirmemizi ve karar almamızı şekillendiriyorlar.
İnsanlık "oyun
teorilerinde"(game theory) de görüldüğü gibi, kendi menfaatini en iyi,
ahlakın öğretilerine göre davrandığı zaman, koruyor. İşte Darwin'in "genetik
uyumu" kuramı: Daha fazla yaşam, daha uzun aile bağları için
"yaratıklar" geliştirdikleri! genetik tembihleri dinlemek zorundalar.
Hatırlıyorum, katıldığım bir
bilimsel toplantıda "beynin duyguyu! nasıl algıladığı"
tartışılmışdı. Ben duyguyu vücudda başka yerler agılıyor sanıyordum, meğerse
büyük bir yanılgı içinde imişim.
Örneğin korku nasıl oluyormuş?
Konuşmacı ormanda bir ayıya aniden rastladığında beyninde neler oluyor, onu
anlattı. Siz bunu pekala İstanbul'da iki ayaklı ayıya rastladığınızda beyninizde
neler oluyor, diyede okuyabilirsiniz.
Ayıyı gözümüzle gördüğümüzde
mesaj hemen beyinde "amigdala" denen bölgeye gidiyormuş. Beynin
duygulara yön veren bölümü o bölge imiş. Amigdala refleksleri düzenleyen "beyin
sapı"na çeşitli kimyasal maddeler (enzimler) yollayarak kalbin
atışını hızlandırıp, göz bebeklerini büyütüp, yerinden zıplamammızı
sağlayınca vücud ilk tepkilerini veriyormuş. Ancak, aynı zamanda "ön beyin"
diye başka bir bölge varmış ve bu bölge alnımıza yakınmış. Bu bölge amigdaladan
bilgiler "beyin sapına" göre daha geç gidiyormuş, ama eninde sonunda
gidiyormuş. Geç de olsa ön-beyin olaya! Müdahale edip, aldığı bilgileri bu sefer
refleksler yerine "sağduyu" ile değerlendiriyormuş. Bundan sonra da
insanoğlu kendisini toparlayıp kendisi için en doğru harekete geçiriyor. Sağduyu
sonra şekilleniyor!
Şimdi dönelim makalenin ana konusuna:
Wilson insanlarda dini inanaçların da
"genlere" dayandığını idda ediyor!
Dinlerde insanlar gibi doğuyorlar,
gelişiyorlar mücadele ediyorlar ve kimi dinler(semavi olmayanlar) ölüyorlar. Dinler
insanın ihtiyaçlarını gideriyorlar. Wilson diyor ki, "yaşamı ayakta tutan
har şey biyolojiktir.". Bu yaklaşıma göre dinlerde "biyolojik"
bir kökün "kültür" ile dokunmasının sonucu! Dinler sadece aklın
veya adına manevi dünya dediğimiz bir "inanç" dünyasının sonucu değil,
doğrudan "biyolojik bir ihtiyaç", zira genlerimizde var!
Nasıl korku, üzntü gibi duygular
adrenalin salgıması veya ağlama, titreme, kızarma gibi "ölçülebilir" ve
belirli enzimlerin ürettikleri salgılamalar olarak " biyolojik" kökenlere de
sahipseler, örneğin dinde adına "hüşu" dediğimiz vücuddaki kılların
diken diken olması, içimize ferahlık basması, haz gibi enzimlerin harekete geçirdiği
biyolojik tepkiler yaratıyor.
Wilson'a göre "ahlaki
duyguların" biyolojik kökenlerine inmemiz şart!
Bunun için de:
1) Deneysel pisikolojiye ve bunun altında
yatan endoktirinel ve sinirsel analize dayanan bir "ahlaki duygular" tarifinin;
2) Ahlaki davranışın pisikolojik ve
fizyolojik katılımsalların ölçümüne dayanan "ahlaki duyguların
genlerin"in tesbitinin ve:
3)Ahlaki davranışların "genlerin",
"çevre" ile ortak gelişiminin araştırılmasının
tamamlanması gerekiyor.
Tabii, Wilson'a şiddetle karşı
çıkanlar da var. Kimileri haddini aştığını düşünüyor. Ashenfelter adlı bir
ekonomist "matematik ve fizik bilimlerinin yardımı ile ekonomik sorunları bir
saatte çözeceğini zannedenler de var", diyerek Wilson ile açıkça alay ediyor.
Ünlü ekonomist Alan Kruger insan ögesine yer veriyor ama pazar koşullarının bireysel
davranışlar ile anlaşılacağını kabul etmiyor. Bazıları, " ölümlü olmanın
korkusunu insanlar dinleri icad ederek yendi", diyor.Biyolojist Niles Eldredge ise
"doğa tarafından seçilen esnek ve düşünme yeteneğine sahip olandır, genler
davranışı belirlemez, ancak insan beynine toplumun neyi ödüllendirdiğini veya
cezalandırdığını ve buna uygun hareket etmeyi öğretir", diyor. Biyolojik Steve
Jones da kültürünün genler tarafından şekillenmesi tezine karşı çıkıyor ve her
davranışın "geni" olduğuna göre intihar edenlerde 'intihar etme geni',
etmeyenlerde 'intihar etmeme geni' mi var?" diye soruyor ve ilave ediyor. "Bir
teori, aynı anda hem idda ettiği fenomeni, hemde tersini nasıl ispat eder?"
Ben Wilson'un iki tesbitinden çok
etkilendim: Dinsel duygular içinde tezahür eden biyolojik tepkiler ve önemle sosyal
bilimlerin diğer bilimlerle iç içe geçen yönleri!
Gerçekten dini duygular insanda "biyolojik"
etkiler yaratıyor. Bir camiye girdiğimiz zaman vücudumuzdaki titreşimlerle
hissettiğimiz ve "hüşu" diye adlandırdığımız bir duyguya
kapılıyoruz. "Namus" öğretisine aykırı bir hareket yaparken
yakalandığımız zaman yüzümüz kızarıyor. "Ahlak" çaısından
suçlandığımız zaman ellerimiz titriyor. Dua okurken içimize ferah birşeyler
doluyor. Bu olguların hepsinde sanki içimize yerleşmiş "kültürel" öğreti
ile "biyoloji" birlikte hareket ediyor.
Öte yanda, yukarda işaret ettiğim gibi,
son yıllarda muazzam bir ilerleme kayıt eden "genetik bilimi" ve
betyin üzerindeki son çalışmalar her türlü duygunun genlerin beyne
salgılattığı "enzimler" tarafından yönlendirildiğini söylüyor.
Artık "kalp" sadece beyne oksijen pompalayan bir kas sistemi olarak
görülüyor. Duygular ile düşüncelerin "zuhur" ettiği oran aynı organ!
Sosyal Bilimler artık "genleri" dikkate almak zorunda.
Dilerim bu makale, birileri tarafından,
irtica"cı olarak algılanmaz!
Ne demişler; millet aya, biz yaya! |