sayı 2-3

Ahlakın Biyolojik Temelleri"

Türban:Düşünebilen Bir Varlık

Prof.Dr.Naci Bostancı-Söyleşi

Adana ve Adana'nın Ötesi

İbn Haldun

Parlementer Sistem ve Türkiye

Renklere Dair

Altın Çağ

Türklerde Tiyatro

İnek Politikası


ANASAYFA

e@mail

 

Ahlakın Biyolojik Temelleri

Dr. Cüneyt ÜLSEVER

Biz "irticanın" en büyük tehlike olup olmadığını, ibadetin Türkçe mi, Arapça mı yapılacağını, gusul abdestinin yararlarını! Tartışır, Müslümanın mütediyenini, mürteciden ayırt etmek için "kafaların içini okuma teknikleri" keşfeder, tesettürlü öğrencilerimizi Üniversite kapılarından kovarken bakın "dünya" nelerle uğraşıyor: "Dinin genetik temelleri"!

Edward O. Wilson adlı bir doğa bilimci "Atlantic Monthly" dergisinin Nisan 1998 sayısında yayınlanan "Ahlakın Biyolojik Temelleri" (The Biological Basis of Morality) başlıklı makalesinde dinin sadece sosyal hayata ait bir olgu almadığını, aynı zamanda genlerimizde (biyolojik yapımızda) yerleşik bir "gerçek" olduğunu idda ediyor.

Newsweek'in 6 Temuz 1998 tarihli nüshası da Wilson'un bu iddasını sorgulayan iki araştırmaya yer vermiş. Bütün fırtına Wilson'un yukarıda zikredilen makalenin devamı olan ve yeni yayınlanan "Birlikte Zıplama (Consilince): Bilginin Birlikteliği" (Knopf Yayınevi) adlı kitabın etrafında kopuyor.

Edward O. Wilson Harvard Üniversitesi -Mukayeseli Zooloji Müzesi'nde çalışıyor. Ömrünün karıncaların hayatını incelemeye adadıktan sonra bilim dünyasında belki de bir dönemeç oluşturacak bir tezle ortaya çıkıyor.

"Tüm bilimler parçalanmaz bir bütündür"!

Ona Göre fizik, biyoloji, kimya bilmeyen bir sosyal bilimcinin araştırdığı "sosyal olguları" çözmesi mümkün değil.

Haklı çıkarsa cari bilimsel metodoloji alt üst olacak!

Wilson, insanlığın temel tartışmalarından birisine, "insan hakları, adalet gibi ahlaki prensiplerin insanlardan bağımsızmı olduğu, yoksa bir insanlık buluşu mu olduğu tartışmasına" parmak basıyor.

"Ahlaki değerler" insanlardan bağımsız iseler "aşkın" -insan aklından üstün- bir yere (Allah-tabiat güçleri)aitler, eğer insanlık buluşu iseler, bunun böyle olduğu "amprik gözlemle" izlenebilir.

Bu tartışma çok önemli, zira dinin önemi, ahlaki düşüncenin yeri bu tartışma ile daha iyi tayin edilebilir.

Wilson ahlaki düşüncenin "doğal bilimleirn" kendiliğinden iç içe geçmesinde-birlikteliğinden- doğduğunu idda ediyor.

Ona göre tüm "sosyal olgular" ancak sinir sisteminin anlaşılması ile kavranabilir. Sinir sistemi de genetik bilimi, genetik bilimi de biokimya ile çözülüyor. Böylece de herşey fizik bilmine indirgeniyor.

Bu bakış açısı ile Wilson ahlaki değerlerin "bağımsız" olduğunu-Allah'dan gelseler de, gelmeseler de-, ancak sadece insanlığa ait olduğunu-Allah var olsa da, olmasa da, idda ediyor.

Wilson Allah'ın varlığını inkar etmeden ahlaki değerlerin "aşkın" değerler olduğunu inkar ediyor! Daha doğrusu "aşkın" alanın genlerimize kadar işlediğini idda ediyor.

Bu yaklaşıma göre "Tanrı tanır" veya tanrı tanımaz" (dinila'dini) tüm "ahlakçılar" ahlaka doğa bilimlerinden bağımsız, "aşkın" bir değer verdikleri için yanılgı içindeler.

St.Thomas, Abraham Lincoln, Martin Luther King, İmmuanel Kant, G.E.Moore, John Rawles gibi "ahlak" ile ilgilenen tüm klasik veya çağdaş "sosyal bilimciler" eşitlik, adalet, ahlak, namus gibi değerlere, ister "ilahi", ister "tabii" anlam yüklesinler, hepsi ortak bir noktada birleşiyorlar:

Onlara göre "ahlaki değerler" dini de olsa, laik de olsa "aşkın"-insan aklından üstün- bir yere sahipler.

Bu alanda amprik gözleme yer veren bilimciler ise Aristotle, David Hume ve Charles Darwin!

Wilson'a Göre Kant, Moore, Rawls biyoloji ve deneysel psikoloji bilselerdi, farklı sonuçlara varırlardı!

Ampirisistler (gözlemciler) ahlaki kuralların "biyoloji" ve "kültür" arasındaki karşılıklı etkileşim sonucu bir "evrimsel gelişme" sonucu ortaya çıktığını kabul ediyor.

"İçgüdüler"-aklın gelişimindeki katılım- sal tarafgirlikler- duygusal yüklenimlerle beraber olayları kavramamızı, değerlendirmemizi ve karar almamızı şekillendiriyorlar.

İnsanlık "oyun teorilerinde"(game theory) de görüldüğü gibi, kendi menfaatini en iyi, ahlakın öğretilerine göre davrandığı zaman, koruyor. İşte Darwin'in "genetik uyumu" kuramı: Daha fazla yaşam, daha uzun aile bağları için "yaratıklar" geliştirdikleri! genetik tembihleri dinlemek zorundalar.

Hatırlıyorum, katıldığım bir bilimsel toplantıda "beynin duyguyu! nasıl algıladığı" tartışılmışdı. Ben duyguyu vücudda başka yerler agılıyor sanıyordum, meğerse büyük bir yanılgı içinde imişim.

Örneğin korku nasıl oluyormuş? Konuşmacı ormanda bir ayıya aniden rastladığında beyninde neler oluyor, onu anlattı. Siz bunu pekala İstanbul'da iki ayaklı ayıya rastladığınızda beyninizde neler oluyor, diyede okuyabilirsiniz.

Ayıyı gözümüzle gördüğümüzde mesaj hemen beyinde "amigdala" denen bölgeye gidiyormuş. Beynin duygulara yön veren bölümü o bölge imiş. Amigdala refleksleri düzenleyen "beyin sapı"na çeşitli kimyasal maddeler (enzimler) yollayarak kalbin atışını hızlandırıp, göz bebeklerini büyütüp, yerinden zıplamammızı sağlayınca vücud ilk tepkilerini veriyormuş. Ancak, aynı zamanda "ön beyin" diye başka bir bölge varmış ve bu bölge alnımıza yakınmış. Bu bölge amigdaladan bilgiler "beyin sapına" göre daha geç gidiyormuş, ama eninde sonunda gidiyormuş. Geç de olsa ön-beyin olaya! Müdahale edip, aldığı bilgileri bu sefer refleksler yerine "sağduyu" ile değerlendiriyormuş. Bundan sonra da insanoğlu kendisini toparlayıp kendisi için en doğru harekete geçiriyor. Sağduyu sonra şekilleniyor!

Şimdi dönelim makalenin ana konusuna:

Wilson insanlarda dini inanaçların da "genlere" dayandığını idda ediyor!

Dinlerde insanlar gibi doğuyorlar, gelişiyorlar mücadele ediyorlar ve kimi dinler(semavi olmayanlar) ölüyorlar. Dinler insanın ihtiyaçlarını gideriyorlar. Wilson diyor ki, "yaşamı ayakta tutan har şey biyolojiktir.". Bu yaklaşıma göre dinlerde "biyolojik" bir kökün "kültür" ile dokunmasının sonucu! Dinler sadece aklın veya adına manevi dünya dediğimiz bir "inanç" dünyasının sonucu değil, doğrudan "biyolojik bir ihtiyaç", zira genlerimizde var!

Nasıl korku, üzntü gibi duygular adrenalin salgıması veya ağlama, titreme, kızarma gibi "ölçülebilir" ve belirli enzimlerin ürettikleri salgılamalar olarak " biyolojik" kökenlere de sahipseler, örneğin dinde adına "hüşu" dediğimiz vücuddaki kılların diken diken olması, içimize ferahlık basması, haz gibi enzimlerin harekete geçirdiği biyolojik tepkiler yaratıyor.

Wilson'a göre "ahlaki duyguların" biyolojik kökenlerine inmemiz şart!

Bunun için de:

1) Deneysel pisikolojiye ve bunun altında yatan endoktirinel ve sinirsel analize dayanan bir "ahlaki duygular" tarifinin;

2) Ahlaki davranışın pisikolojik ve fizyolojik katılımsalların ölçümüne dayanan "ahlaki duyguların genlerin"in tesbitinin ve:

3)Ahlaki davranışların "genlerin", "çevre" ile ortak gelişiminin araştırılmasının tamamlanması gerekiyor.

Tabii, Wilson'a şiddetle karşı çıkanlar da var. Kimileri haddini aştığını düşünüyor. Ashenfelter adlı bir ekonomist "matematik ve fizik bilimlerinin yardımı ile ekonomik sorunları bir saatte çözeceğini zannedenler de var", diyerek Wilson ile açıkça alay ediyor. Ünlü ekonomist Alan Kruger insan ögesine yer veriyor ama pazar koşullarının bireysel davranışlar ile anlaşılacağını kabul etmiyor. Bazıları, " ölümlü olmanın korkusunu insanlar dinleri icad ederek yendi", diyor.Biyolojist Niles Eldredge ise "doğa tarafından seçilen esnek ve düşünme yeteneğine sahip olandır, genler davranışı belirlemez, ancak insan beynine toplumun neyi ödüllendirdiğini veya cezalandırdığını ve buna uygun hareket etmeyi öğretir", diyor. Biyolojik Steve Jones da kültürünün genler tarafından şekillenmesi tezine karşı çıkıyor ve her davranışın "geni" olduğuna göre intihar edenlerde 'intihar etme geni', etmeyenlerde 'intihar etmeme geni' mi var?" diye soruyor ve ilave ediyor. "Bir teori, aynı anda hem idda ettiği fenomeni, hemde tersini nasıl ispat eder?"

Ben Wilson'un iki tesbitinden çok etkilendim: Dinsel duygular içinde tezahür eden biyolojik tepkiler ve önemle sosyal bilimlerin diğer bilimlerle iç içe geçen yönleri!

Gerçekten dini duygular insanda "biyolojik" etkiler yaratıyor. Bir camiye girdiğimiz zaman vücudumuzdaki titreşimlerle hissettiğimiz ve "hüşu" diye adlandırdığımız bir duyguya kapılıyoruz. "Namus" öğretisine aykırı bir hareket yaparken yakalandığımız zaman yüzümüz kızarıyor. "Ahlak" çaısından suçlandığımız zaman ellerimiz titriyor. Dua okurken içimize ferah birşeyler doluyor. Bu olguların hepsinde sanki içimize yerleşmiş "kültürel" öğreti ile "biyoloji" birlikte hareket ediyor.

Öte yanda, yukarda işaret ettiğim gibi, son yıllarda muazzam bir ilerleme kayıt eden "genetik bilimi" ve betyin üzerindeki son çalışmalar her türlü duygunun genlerin beyne salgılattığı "enzimler" tarafından yönlendirildiğini söylüyor. Artık "kalp" sadece beyne oksijen pompalayan bir kas sistemi olarak görülüyor. Duygular ile düşüncelerin "zuhur" ettiği oran aynı organ! Sosyal Bilimler artık "genleri" dikkate almak zorunda.

Dilerim bu makale, birileri tarafından, irtica"cı olarak algılanmaz!

Ne demişler; millet aya, biz yaya!