TÜRBAN: DÜŞÜNEBİLEN
BİR VARLIK DAHA MI ?
H.K.K
Tekrar merhaba sevgili okuyucularım.
Uzun, upuzun bir ayrılıktan sonra tekrar beraber olabilmek inanın çok mutlu etti beni.
Sizlerden gelen o güzel mektuplarda “yazılarınızı tekrar ne zaman dergilerde,
gazetelerde göreceğiz ? “soruları bana gösterdiğiniz teveccühü ne de güzel
anlatıyordu. İşin doğrusu ben de sizleri özlemiştim ve bu güzel dergiyi çıkaran
gençlerin “Hocam, dergimize yazma lütfunda bulunur musunuz? “teklifini hiç
düşünmeden kabul ettim.Gerçi, bu cıvıl cıvıl gençlerin arasında antika bir vazo
gibi kalacağım ama buna da şükür.Tekrar tekrar merhaba.
Sevgili okuyucularım, gençlerin bu
güzel teklifini kabul ettikten sonra -tabii olarak- hangi konuda yazayım diye
düşünmeye başladım.Ancak aklıma pek birşey gelmiyordu; ilham meleğim
ücretli izne çıkmıştı sanki.
İşte bu sıkıntılı günlerimde bir
dostumun beni ziyarete gelmesi ve saatler süren muhabbetimiz, bana yazacak çok güzel
bir mevzu ilham etti; yanılmışım, bizim melek tatile çıkmamış. Hemen
belirtmeliyim ki dostum ülkemizin yetiştirdiği nadide bilim adamlarından biri
ve şu günlerde diğer birkaç bilim adamıyla beraber çok önemli bir deney
üzerinde çalışmaktalar. Muhabbetimiz de yaptıkları bu deney üzerinde
yoğunlaşmıştı zaten; okuyunca siz de gözlerinize inanamayacaksınız eminim. Neyse,
sizleri iyice merakta bırakmadan dostumun anlattıklarına geçeyim artık.
Hani bize ilkokuldan itibaren öğretilen
birşey vardır:”Canlılar aleminde düşünebilen tek varlık insandır
ve insan bu özelliği ile iyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkin vb.
gibi çeşitli zıddiyetin ayrımını yapar ve kendisi için yararlı olanı yapar.”
Batılı bilim adamları, bizim gibi az gelişmekte olan ülkelere bunu söylüyorlar
yüzyıllardır. Meğer yalanmış sevgili okuyucularım, dostumun başını çektiği
değerli bilim adamlarımız, büyük devletimizin de engin desteğiyle, bunun böyle
olmadığını, insandan başka düşünebilen bir varlığın daha olduğunu
ısbatladılar ve insanlık tarihinin en büyük buluşunu gerçekleştirdiler (yerçekimi
kanunundan bile önemli; varın azametini siz hesap edin ).
Evet, sevgili okuyucularım dostumun
söylediği aynen bunlar (devamı da var tabii). Yaptıkları araştırma, eliştirme,
inceleme, muhakeme, deney, gözlem, tez, antitez ve sentez neticelerine göre düşünebilen
bir varlık daha var. Sıkı durun adını az onra açıklayacağım (ayaktaysanız
oturmanız tarafımdan özellikle tavsiye edilir; nemelazım bu varlığın adını
duyduğunuzda sarsıntı geçirip düşerseniz pek iyi olmaz). Evet hazır mısınız?!
sıkı durun, bilim adamlarımızın uzun uğraşılardan sonra buldukları bu varlığın
adı TÜRBAN. Evet evet yanlış okumadınız, te, ü, re, be, a, ne.İnanılmaz
değil mi? Müthiş bir buluş Helal olsun bizimkilere.
Dostumun dediğine göre, nice zamandır
üniversitelerde sürmekte olan huzursuzluğu dindirebilmek amacıyla (tabii devletimizin
de desteğiyle) türbanlı genç kızlarımızı takibe , şey pardon, incelemeye
karar vermişler.Bunun için bu kızlarımızın hareketleri, kişilikleri, zihni ve
biyolojik yapıları, toplumsal ve sosyo-ekonomik çevreyle olan ilişkileri, tavır ve
edaları, zekaları, mimikleri vb. özellikleri incelenmiş (unutmadan; bu sırada
kızlarımızın başı açıkmış). Bu tetkikler neticesinde kızlarımızı yanlış
yollara sevkedebilecek hiçbir bulguya rastlanmamış. Hatta, tam tersine,
kızlarımız çok aklı başında şeyler söylemişler; çok güzel, ülkemiz için çok
faydalı fikirleri varmış bu arkadaşlarımızın. Ancak, ne zamanki bir bilim
adamının “bir de kafalarına taktıkları türbanları tetkik edelim
“fikri üzerine bu cisimleri tetkik etmişler, işte o zaman anlamışlar genç
kızlarımızı zararlı yollara sevkeden amili.
Dostum keşfettikleri bu cismi anlatırken
o kadar heyecanlıydı ki ,onun bu heyecanına katılmamak mümkün değildi. Dilimiz
damağımız birbirine yapışmıştı.Bu yüzden biraz nefeslenip su ve benzeri sıvı
içecekleri bir dikişte bitirdikten sonra sevgili dostum anlatmaya devam etti.
Adına türban denilen bu varlığı
incelediklerinde öncelikle onun müthiş bir düşünme kapasitesinin olduğunu
görmüşler (Dostum“ gelmiş geçmiş bütün üstün zekalı insanların zeka
düzeylerini toplayan, onunkine birazcık yaklaşabilirsin” diye bir örnekte durumu
açıklamaya çalıştı.) Ayrıca bunun yanında aritmetik, geometrik, sosyal, siyasal,
iktisadi vs. bakımdan olağanüstü bir bilgi ve donanıma sahip olduğunu, acayip geniş
bir kaynakçasının bulunduğunu, hadiseleri tertip etme ve fiiliyata geçirmede muazzam
bir yeteneği olduğunu da anlamıştır.En mühim özelliği ise işlerini sessiz ve
derinden, hiç farkettirmeden halletmesi, sağ gösterip sol, sol gösterip gösterip
tekme atması imiş. hemen belirteyim, dedi dostum, bu şey özellikle büyük şehirleri
seçiyor; küçük şehir ve köylerdeki genç kızlar ve kadınlarla ilgilenmiyor. Bu
türban var ya bu türban (dostum aynen böyle söyledi) öyle bir varlık ki, kendisini
kafasına takan kişinin düşünme yetisini devreden çıkarıyor, o kişinin yerine
kendisi düşünüyor, yaptırmak istediklerini hiç bir direnmeyle karşılaşmadan
yaptırabiliyor. Elde edilen bulgulara göre türbanın zeka düzeyi de, 6798-4826105379
imiş. İnanılacak gibi değil sayın seyirciler, ah pardon, sayın okuyucular değil mi
?
Dostum nefeslenmek için durunca hemen
konuşmaya başladım (bu fırsatı bir daha yakalayamayabilirdim çünkü) ve öncelikle
kendisini tebrik edip sonrada çıkarımlarımı anlatmaya, yorumlarımı dile getirmeye
giriştim.
O zaman üniversitelerdeki genç
kızlarımızın neden hala bu şeyi taktıkları, bir türlü çıkartmak istememeleri
anlaşılmış oluyor değil mi azizim?, dedim. Ellerinde değil gariplerin çünkü bu
şey onları kontrolü altına alıyor (ne yalan söyleyeyim bu tesbitim
koltuklarımı kabarttı).Doğru , dedi dostum(sözüne devam edecekken, konuşma
sırasını yakalamışken bir daha bırakma taraftarı olmadığımdan dostumun lafını
gerisin geriye itip devam ettim). Biraz önce bu şeyin köydeki kadınlarla
ilgilenmediğini söylemiştin; nedeni açık, köyde ne yapabilir ki bu şey ? Halbuki
üniversiteler bu şeyin fikirlerini yayması için en müsait yer. Böylece ,gelecekte
devleti için canla başla çalışacak gencecik, körpe beyinleri etkileyerek kendi hain
çıkarlarına alet edecek. Hakikaten çok zararlı bir varlık bu, diye devam
ettim,bir şekilde ortadan kaldırmak lazım,ama nasıl ?Dostum, onu da bulduk, dedi.
Araştırmalarımızı derinleştirince türbanın ancak insan kafasında
yaşayabildiğini, eğer kafadan çıkarılırsa hiç bir şey yapamadığını bulduk,
diye devam etti. O halde, dedim, bu sorunun çözümü için genç kızlarımızın bu
şeyi kafalarından çıkarmaları lazım değil mi? (Yine müthiş bir çıkarsamada
bulunmuştum)
Dostum, haklısın dedi, ancak bir yol
daha var. Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Sahi mi? nedir? diye dostumun ağzına
girip harfleri, kelimeleri çıkartmak istercesine iyice yanaştım. Evet, ya -dediğin
gibi- bu şeyi kafalarından çıkaracaklar ya da(kalbimin atışı öyle hızlanmıştı
ki neredeyse yerinden fırlayacaktı)okullarını bırakıp evlerine, köylerine
dönecekler. Ülkemiz ve üniversitelerimizde durumun sakinleşmesi için bu iki
yoldan başka üçüncü bir yol yok, diye devam etti.Çok üzücü ama yapılması
gereken de bu galiba, dedim ben de, başım önde.
Unutmadan bir şey daha söyleyeyim, diye
devam etti dostum, memleketimizdeki kronik enflasyon, işsizlik, gelir
dağılımındaki adaletsizlik, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin kötüleşmesi ve
hatta AB’ne giremememizin nedeninin de türban olduğuna dair şüphelerimiz var ve
bu konuda da bir neticeye ulaşabilmek için büyük çabalar sarfetmekteyiz. İnşallah
bir dahaki ziyaretimde bunları çözüme kavuşturmuş oluruz da sonuçlarını sana
anlatırım. İnşallah, dedim ben de.
Vakit hayli ilerlemişti. Dostum gitmek
için müsaade istedi. Kapıda son kez el sıkıştık. Gözlerimden yaşlar gelerek
sarıldım ona. Arkanızdayız, bütün millet arkanızda; bunu sakın unutma
sevgili dostum, dedim hıçkırıklar içinde.Sizlere güvenimiz tam, bu meselenin de
üstesinden alnınızın akıyla gelirsiniz inşallah; dualarımız sizinle, diye devam
ettim. Teşekkür ederim ,dedi dostum; onun da gözlerinden yaşlar yanaklarına doğru
iniyordu. Arabasına doğru yürürken arkasından bir müddet daha baktım. Ay ışığı
sanki sadece onun üzerine yansıyordu. Allah kolaylık versin ,diye gözyaşları içinde
dualar ederek girdim eve.
SON BİR SÖZ
Hemen belirteyim, şimdi
yazacaklarım yukarıdakiler gibi absürd şeyler değil, bilakis ciddi şeyler.
Yazımı okurken bana kızanlarınız
olacaktır; böylesine ciddi bir konuda nasıl böyle bir yazı yazabildiğimi düşünüp
küfür edenleriniz bile vardır. Benim demokrasiden nasibini almamış, düşünce ve
inanç özgürlüğüne inanmayan biri olduğumu düşünenler de vardır. Ancak yanlış
düşünmekte böyle düşünenler.
Hani bir söz vardır: Güleriz ağlanacak
halimize.Benim yaptığım da bundan başka bir şey değil aslında. Çözümü çok
basit olan bir meselede bile maalesef çıkış yolu bulamıyoruz. Yani başka nasıl bir
yazı yazılabilirdi bu konuda? Yapılabilecek şeyler başkaları tarafından uzun bir
süredir söylenmekte. Ama dinlemesi gerekenler sağır olmuş sanki.
Ne yazsaydım yani; halkıyla barışık
olan, halkı için olan devletin bu gibi uygulamalar yapmayacağını mı ?
Yoksa; demokratik, laik bir cumhuriyetin
vicdanlara, inançlara karışmaması gerektiğini mi ?
Ve daha nicelerini. Yazılmadı mı,
yazılmıyor mu bütün bunlar? Peki memleketimizde değişen bir şey var mı ? Kusura
bakmayın ama, aslında bu meselede sadece absürtlükler yazılır başka bir şey
değil. |