sayı 2-3

Ahlakın Biyolojik Temelleri"

Türban:Düşünebilen Bir Varlık

Prof.Dr.Naci Bostancı-Söyleşi

Adana ve Adana'nın Ötesi

İbn Haldun

Parlementer Sistem ve Türkiye

Renklere Dair

Altın Çağ

Türklerde Tiyatro

İnek Politikası


ANASAYFA

e@mail

 

TÜRBAN: DÜŞÜNEBİLEN BİR VARLIK DAHA MI ?

H.K.K

Tekrar merhaba sevgili okuyucularım. Uzun, upuzun bir ayrılıktan sonra tekrar beraber olabilmek inanın çok mutlu etti beni. Sizlerden gelen o güzel mektuplarda “yazılarınızı tekrar ne zaman dergilerde, gazetelerde göreceğiz ? “soruları bana gösterdiğiniz teveccühü ne de güzel anlatıyordu. İşin doğrusu ben de sizleri özlemiştim ve bu güzel dergiyi çıkaran gençlerin “Hocam, dergimize yazma lütfunda bulunur musunuz? “teklifini hiç düşünmeden kabul ettim.Gerçi, bu cıvıl cıvıl gençlerin arasında antika bir vazo gibi kalacağım ama buna da şükür.Tekrar tekrar merhaba.

Sevgili okuyucularım, gençlerin bu güzel teklifini kabul ettikten sonra -tabii olarak- hangi konuda yazayım diye düşünmeye başladım.Ancak aklıma pek birşey gelmiyordu; ilham meleğim ücretli izne çıkmıştı sanki.

İşte bu sıkıntılı günlerimde bir dostumun beni ziyarete gelmesi ve saatler süren muhabbetimiz, bana yazacak çok güzel bir mevzu ilham etti; yanılmışım, bizim melek tatile çıkmamış. Hemen belirtmeliyim ki dostum ülkemizin yetiştirdiği nadide bilim adamlarından biri ve şu günlerde diğer birkaç bilim adamıyla beraber çok önemli bir deney üzerinde çalışmaktalar. Muhabbetimiz de yaptıkları bu deney üzerinde yoğunlaşmıştı zaten; okuyunca siz de gözlerinize inanamayacaksınız eminim. Neyse, sizleri iyice merakta bırakmadan dostumun anlattıklarına geçeyim artık.

Hani bize ilkokuldan itibaren öğretilen birşey vardır:”Canlılar aleminde düşünebilen tek varlık insandır ve insan bu özelliği ile iyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkin vb. gibi çeşitli zıddiyetin ayrımını yapar ve kendisi için yararlı olanı yapar.” Batılı bilim adamları, bizim gibi az gelişmekte olan ülkelere bunu söylüyorlar yüzyıllardır. Meğer yalanmış sevgili okuyucularım, dostumun başını çektiği değerli bilim adamlarımız, büyük devletimizin de engin desteğiyle, bunun böyle olmadığını, insandan başka düşünebilen bir varlığın daha olduğunu ısbatladılar ve insanlık tarihinin en büyük buluşunu gerçekleştirdiler (yerçekimi kanunundan bile önemli; varın azametini siz hesap edin ).

Evet, sevgili okuyucularım dostumun söylediği aynen bunlar (devamı da var tabii). Yaptıkları araştırma, eliştirme, inceleme, muhakeme, deney, gözlem, tez, antitez ve sentez neticelerine göre düşünebilen bir varlık daha var. Sıkı durun adını az onra açıklayacağım (ayaktaysanız oturmanız tarafımdan özellikle tavsiye edilir; nemelazım bu varlığın adını duyduğunuzda sarsıntı geçirip düşerseniz pek iyi olmaz). Evet hazır mısınız?! sıkı durun, bilim adamlarımızın uzun uğraşılardan sonra buldukları bu varlığın adı TÜRBAN. Evet evet yanlış okumadınız, te, ü, re, be, a, ne.İnanılmaz değil mi? Müthiş bir buluş Helal olsun bizimkilere.

Dostumun dediğine göre, nice zamandır üniversitelerde sürmekte olan huzursuzluğu dindirebilmek amacıyla (tabii devletimizin de desteğiyle) türbanlı genç kızlarımızı takibe , şey pardon, incelemeye karar vermişler.Bunun için bu kızlarımızın hareketleri, kişilikleri, zihni ve biyolojik yapıları, toplumsal ve sosyo-ekonomik çevreyle olan ilişkileri, tavır ve edaları, zekaları, mimikleri vb. özellikleri incelenmiş (unutmadan; bu sırada kızlarımızın başı açıkmış). Bu tetkikler neticesinde kızlarımızı yanlış yollara sevkedebilecek hiçbir bulguya rastlanmamış. Hatta, tam tersine, kızlarımız çok aklı başında şeyler söylemişler; çok güzel, ülkemiz için çok faydalı fikirleri varmış bu arkadaşlarımızın. Ancak, ne zamanki bir bilim adamının “bir de kafalarına taktıkları türbanları tetkik edelim “fikri üzerine bu cisimleri tetkik etmişler, işte o zaman anlamışlar genç kızlarımızı zararlı yollara sevkeden amili.

Dostum keşfettikleri bu cismi anlatırken o kadar heyecanlıydı ki ,onun bu heyecanına katılmamak mümkün değildi. Dilimiz damağımız birbirine yapışmıştı.Bu yüzden biraz nefeslenip su ve benzeri sıvı içecekleri bir dikişte bitirdikten sonra sevgili dostum anlatmaya devam etti.

Adına türban denilen bu varlığı incelediklerinde öncelikle onun müthiş bir düşünme kapasitesinin olduğunu görmüşler (Dostum“ gelmiş geçmiş bütün üstün zekalı insanların zeka düzeylerini toplayan, onunkine birazcık yaklaşabilirsin” diye bir örnekte durumu açıklamaya çalıştı.) Ayrıca bunun yanında aritmetik, geometrik, sosyal, siyasal, iktisadi vs. bakımdan olağanüstü bir bilgi ve donanıma sahip olduğunu, acayip geniş bir kaynakçasının bulunduğunu, hadiseleri tertip etme ve fiiliyata geçirmede muazzam bir yeteneği olduğunu da anlamıştır.En mühim özelliği ise işlerini sessiz ve derinden, hiç farkettirmeden halletmesi, sağ gösterip sol, sol gösterip gösterip tekme atması imiş. hemen belirteyim, dedi dostum, bu şey özellikle büyük şehirleri seçiyor; küçük şehir ve köylerdeki genç kızlar ve kadınlarla ilgilenmiyor. Bu türban var ya bu türban (dostum aynen böyle söyledi) öyle bir varlık ki, kendisini kafasına takan kişinin düşünme yetisini devreden çıkarıyor, o kişinin yerine kendisi düşünüyor, yaptırmak istediklerini hiç bir direnmeyle karşılaşmadan yaptırabiliyor. Elde edilen bulgulara göre türbanın zeka düzeyi de, 6798-4826105379 imiş. İnanılacak gibi değil sayın seyirciler, ah pardon, sayın okuyucular değil mi ?

Dostum nefeslenmek için durunca hemen konuşmaya başladım (bu fırsatı bir daha yakalayamayabilirdim çünkü) ve öncelikle kendisini tebrik edip sonrada çıkarımlarımı anlatmaya, yorumlarımı dile getirmeye giriştim.

O zaman üniversitelerdeki genç kızlarımızın neden hala bu şeyi taktıkları, bir türlü çıkartmak istememeleri anlaşılmış oluyor değil mi azizim?, dedim. Ellerinde değil gariplerin çünkü bu şey onları kontrolü altına alıyor (ne yalan söyleyeyim bu tesbitim koltuklarımı kabarttı).Doğru , dedi dostum(sözüne devam edecekken, konuşma sırasını yakalamışken bir daha bırakma taraftarı olmadığımdan dostumun lafını gerisin geriye itip devam ettim). Biraz önce bu şeyin köydeki kadınlarla ilgilenmediğini söylemiştin; nedeni açık, köyde ne yapabilir ki bu şey ? Halbuki üniversiteler bu şeyin fikirlerini yayması için en müsait yer. Böylece ,gelecekte devleti için canla başla çalışacak gencecik, körpe beyinleri etkileyerek kendi hain çıkarlarına alet edecek. Hakikaten çok zararlı bir varlık bu, diye devam ettim,bir şekilde ortadan kaldırmak lazım,ama nasıl ?Dostum, onu da bulduk, dedi. Araştırmalarımızı derinleştirince türbanın ancak insan kafasında yaşayabildiğini, eğer kafadan çıkarılırsa hiç bir şey yapamadığını bulduk, diye devam etti. O halde, dedim, bu sorunun çözümü için genç kızlarımızın bu şeyi kafalarından çıkarmaları lazım değil mi? (Yine müthiş bir çıkarsamada bulunmuştum)

Dostum, haklısın dedi, ancak bir yol daha var. Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Sahi mi? nedir? diye dostumun ağzına girip harfleri, kelimeleri çıkartmak istercesine iyice yanaştım. Evet, ya -dediğin gibi- bu şeyi kafalarından çıkaracaklar ya da(kalbimin atışı öyle hızlanmıştı ki neredeyse yerinden fırlayacaktı)okullarını bırakıp evlerine, köylerine dönecekler. Ülkemiz ve üniversitelerimizde durumun sakinleşmesi için bu iki yoldan başka üçüncü bir yol yok, diye devam etti.Çok üzücü ama yapılması gereken de bu galiba, dedim ben de, başım önde.

Unutmadan bir şey daha söyleyeyim, diye devam etti dostum, memleketimizdeki kronik enflasyon, işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin kötüleşmesi ve hatta AB’ne giremememizin nedeninin de türban olduğuna dair şüphelerimiz var ve bu konuda da bir neticeye ulaşabilmek için büyük çabalar sarfetmekteyiz. İnşallah bir dahaki ziyaretimde bunları çözüme kavuşturmuş oluruz da sonuçlarını sana anlatırım. İnşallah, dedim ben de.

Vakit hayli ilerlemişti. Dostum gitmek için müsaade istedi. Kapıda son kez el sıkıştık. Gözlerimden yaşlar gelerek sarıldım ona. Arkanızdayız, bütün millet arkanızda; bunu sakın unutma sevgili dostum, dedim hıçkırıklar içinde.Sizlere güvenimiz tam, bu meselenin de üstesinden alnınızın akıyla gelirsiniz inşallah; dualarımız sizinle, diye devam ettim. Teşekkür ederim ,dedi dostum; onun da gözlerinden yaşlar yanaklarına doğru iniyordu. Arabasına doğru yürürken arkasından bir müddet daha baktım. Ay ışığı sanki sadece onun üzerine yansıyordu. Allah kolaylık versin ,diye gözyaşları içinde dualar ederek girdim eve.

SON BİR SÖZ

Hemen belirteyim, şimdi yazacaklarım yukarıdakiler gibi absürd şeyler değil, bilakis ciddi şeyler.

Yazımı okurken bana kızanlarınız olacaktır; böylesine ciddi bir konuda nasıl böyle bir yazı yazabildiğimi düşünüp küfür edenleriniz bile vardır. Benim demokrasiden nasibini almamış, düşünce ve inanç özgürlüğüne inanmayan biri olduğumu düşünenler de vardır. Ancak yanlış düşünmekte böyle düşünenler.

Hani bir söz vardır: Güleriz ağlanacak halimize.Benim yaptığım da bundan başka bir şey değil aslında. Çözümü çok basit olan bir meselede bile maalesef çıkış yolu bulamıyoruz. Yani başka nasıl bir yazı yazılabilirdi bu konuda? Yapılabilecek şeyler başkaları tarafından uzun bir süredir söylenmekte. Ama dinlemesi gerekenler sağır olmuş sanki.

Ne yazsaydım yani; halkıyla barışık olan, halkı için olan devletin bu gibi uygulamalar yapmayacağını mı ?

Yoksa; demokratik, laik bir cumhuriyetin vicdanlara, inançlara karışmaması gerektiğini mi ?

Ve daha nicelerini. Yazılmadı mı, yazılmıyor mu bütün bunlar? Peki memleketimizde değişen bir şey var mı ? Kusura bakmayın ama, aslında bu meselede sadece absürtlükler yazılır başka bir şey değil.